22 Temmuz 2009 Çarşamba

DOMUZUM ! DOMUZSUN ! DOMUZ !

Argoda bir deyim vardır…

Pek, iyi yerlerde ve iyi kişilikler için kullanılmaz ama var işte…

‘Domuz gibi sağlam’ derler?

Yok ya! Siz öyle zannedin!

Biz de domuzu sağlam bilirdik!

Ama? O da grip oldu işte…

Hem de ne olmak? Ölümüne!

Aslında hayvan ne yapsın ki?

Dünya böyle…

Ozonu delmişiz…

Dana’ları delirtmişiz…

Kuşları, tavukları, kuş gribi etmişiz…

E tüm bunlar karşısın da, Domuz ne olacaktı ki?

İnce hastalık mı?

Yaz geldi, kene korkusundan çocuklarımızı uzun çoraplar, uzun pantolonlar vs. ile dolaştırıyoruz…

Ne çocuklar ayakkabılarını çoraplarını çıkartıp, çıplak ayak toprağa basıyor ne de biz...

‘Elektriğini toprağa bırakmak’ derdi eskiler…

Toprak çekerdi vücutta biriken negatif elektriği… Oh mis…

Çekmeyince ne oluyor?

Ne olacak? Herkes sinir küpü… Domuzum, domuzsun, domuz!

Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmuşuz…

Paçaları,çorapların içine sokturmuşuz!

Paranoyak olma yolunda ilerliyoruz büyük bir hızla ve hırsla…

Ne düşünmeden ,sokaktan alınma çıtır bir simit yiyebiliyoruz…

Ne de, dalından kopartıp kırmızı bir elma…

Basmışlar hormonu, tarım ilacını…

Sonra da, salmışlar ortaya sağlıklı yaşam Prof.larını…

Efendim;

Erken yatın, erken kalkın… Melatonin hormonu çok önemli!

Kanserin en önemli sebebi uyku düzeni bozukluğu… Mutlaka gece 8 saat uyu

Sabah aç karnına bir bardak ılık suyu, organik bir kaşık balla iç… Detoks olur vücuda…

Stres en önemli etken elbette… Zaten artık huzur Yoga’da?

Ya da, hiç uğraşmayın boş verin gitsin, akışına bırakın…

Çok kurcalamak ta iyi değil malum…

Michael Jackson bile bıraktı gitti ya bu hayatı...

Siz de hiç uğraşmayın.

10 Haziran 2009 Çarşamba

HİÇ

Size de oluyor mu arada böyle?

Boş, ama bomboş hissediyor musunuz kendinizi?

Boş, boş bakıyor musunuz? Tv’ye? Pc’ye?

Eşe, dosta, aynaya?



Hiç içinizden gelmiyor değil mi bazen?

Oysa yazmanız gerek…

Verilmiş sözleriniz var çünkü...

Sizi bekleyenler var…



Sizin kelimelerinizle mutlu hissedecek veya hüzün duyacaklar belki,

Bazıları tanıdık olacak, bazıları tanımadık…

Uzun zamandır tanıyıp ta, aslında tanıyamadıklarınız da okuyacak sizi muhtemelen…

Görmek istenilenler görülecek belki, iyi veya kötü yaftalanacaksınız bir şekilde?



Aslında bu, çok iyidir yazan için…

Çeşit olur düşüncelerine, örnek olur hislerine…

Kelimeleri cümle yapan, cümleleri yazıya dönüştüren duygu yoğunluğuna kavuşur insan…

Yazar sonra, sadece yazar…

İyiyi, kötüyü, acıyı, tatlıyı, neşeyi, umudu içinde biriktire, biriktire…



Evet, evet! Yazmak gerek!



Dünya bir tiyatro sahnesiyse eğer?

Ve herkes kendi başrolünü oynuyorsa hayatının…

Gün gelip, perde kapandığında…

En azından geride bırakacak bir şeyleri olur işte yazarın…



Ama yine de…

Hiç içinizden gelmiyor değil mi bazen?

1 Nisan 2009 Çarşamba

KARIŞIK...

Hayat kısa…
Doğmak ve büyümek...
Yaşamak ve yaş almak...
Yaşlanmak ve ölmek arasında…

Zaman kısa…
Saniyeden dakikaya, dakikadan saatlere uzanan kısa aralıklarda…
Akşamdan sabaha, günlerden haftaya, haftadan aylara, yıllara uzansa da…
Hüzünlere de yer açmak gerek, mutluluklara da…

Sevmek ve sevilmek…
Doğurmak ve büyütmek… Büyütürken büyümek…
Küçükken, büyük olmayı… Büyükken, küçük olmayı istemek…
Elindekini yitirmek... Yitirdiğini kazanmak…
Kazandığının farkına varıp, sıkıca sarılmak…
Emek verip, karşılığını beklemek hissiyatın da.

İnsanlarla tanışmak veya insanları tanımak…
İyiyi bilmek, kötüyü görmek…
Doğru ile yanlışı ayırt etmek…
Gerçeği görmek ya da sadece görmek istediğini seçmek…
Göründüğün gibi olmak ya da olduğun gibi görünmek tarzında…

En sonunda böyle karışık duygular da çıkar, birkaç satır, birkaç hece…
Hayata karışıp, yine de barışıp, devam etmektir çünkü bütün mesele.

İyi haftalar dilerim…

Banu Durgunlu

12 Mart 2009 Perşembe

KADINIM SÖYLE

‘Kadın doğulmaz, kadın olunur’ derler…
Kadın kısmının aklı ermezi de eklerler.
Kadın başlarının tacıdır canım her zaman?
Arada bir sadece! eksik eteğe çevirirler.

Bir ömür hayatlarının kadınını ararlar…
Bulduklarında da bol keseden atarlar;
Kadın sevgilidir, kadın kraliçedir, kadın anadır sayarlar...
Evlenir yuva kurar, hepsini unuturlar.

Kimisine bir tane de yetmez… Öyle ya, erkektir baştır?
Alır bir, iki, üç, dört, yedekte bulundurmak şarttır...
E kadın dediğin de zaten ‘en az üç çocuk’ doğuracaktır!

Birisine resmi nikah, gerisi imama kıyak…
Harem hayatı ister şu deli gönül? Evlenip de ne olacak?

Cücüklenen soğan misali çocuklarla çoğalır aile nüfusu…
E ‘baş olsunda soğan başı olsun’ zihniyetidir zaten o kişinin düsturu!

Aslında bilmez erkekler…
Pek bir hırsla, ağlayarak doğrar her yemeğe soğanı kadın…
Acaba ondan mıdır? Gizli bir intikam mıdır?
Yemeğe tat veren de, bizi ağlatan da soğandır.

Kimisi, anne şefkati arar kadınının kollarında yaş gelse de kırkına…
Kimisi, ömrü billah baş eğmez hiç kaşık düşmanlarına!
Kimisi, gerçekten sever kadınını, hayatını paylaşır.
Kimisi, de kendi yediği baba dayağının acısını çıkartır?

Oysa kadındır sanılanın aksine evin direği…
Çünkü kadındır aileyi bir arada tutan sevgi bireyi…
Kadındır çocukları büyüten, sevmeyi, saymayı, terbiyeyi öğreten…
Kadındır yoktan var eden, var olanı paylaşmayı bilen,
Kadındır hayata neşe, neşeye anlam, anlama değer katan…

Ve kadındır…
Çocuğu adam, adamı koca, kocayı baba, babayı torun sahibi yapan…

***

8 Mart Dünya Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun!
İyi haftalar dilerim…


Banu DURGUNLU
08.03.2009

ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR

Genelde hukukçu olmayanlar, adalet mülkün temelidir cümlesindeki mülk kelimesini yanlış tanımlayıp mal varlığı olarak düşünürler. Halbuki bu cümledeki mülk , ‘Devlet’ e karşılık gelmektedir. Osmanlı döneminde devlet ve ülke padişahın mülkü olarak kabul edildiği için bu şekilde bir tanımlama yapılmıştır.
Peki bu cümle neyi ifade etmektedir? Yani adalet neden devletin temelidir.
Çünkü; Devlet denen sistemin kuruluşundaki ilk amaç, adalet ihtiyacıdır.
Ünlü düşünür Jean Jacques Rousseau tarafından ortaya atılan TOPLUM SÖZLEŞMESİ teorisine göre, insanlar devletsiz bir toplumda yaşamakta iken birbirlerine karşı işledikleri suçlar neticesinde bir adalet mekanizması kurulması ihtiyacı doğmuştur.
Zira adalet mekanizması olmadığı zaman, suça muhatap olan mağdur, olayı kendisi yargılayıp, cezayı kendisi tespit edip, infazı da kendisi yerine getirmektedir. Bu durumda da adil bir sonuç çıkmayacağı aşikardır.
Buradan çıkan sonuç ise, verilecek cezanın öncelikle mağdur tarafı tatmin etmesi gereğidir.
Ülkemizdeki bir kısım hukukçular ile batılı hukukçuların büyük çoğunluğu idam cezasını kaldırırken işte bu hataya düşmektedir. Onların düşüncelerine göre ceza, suçlunun ıslahına yönelik olmalıdır.
Halbuki yukarıda belirttiğim gibi, adaletin yani cezalandırma faaliyetinin mağdur tarafı ve toplumu tatmin etmesi gerekir. Suçlunun ıslahı veya toplumdan uzaklaştırılması gibi amaçlar ikincildir.
Günümüzde bu duruma aykırı birçok durum oluştuğunu görüyoruz. Son zamanlarda yaşanan olaylar ve örnekler o kadar çok ki… Ne yazık ki bir işlenen bu cinayetler içerisinde canından olan çocuklar da var ve öncelikle bir baba olarak benim ve eminim ki içinde birazcık merhamet taşıyan herkesin aklına ve yüreğine kazındı…
*42 yaşındaki temizlik işçisi A.İ. çocukları olmayan bir aile tarafından evlatlık alınan altı yaşındaki E. Ç’ye önce tecavüz etti, sonra da öldürdü.
*BALIKESİR'in Ayvalık İlçesi Altınova Beldesi'nde, geçen 29 Ocak'ta oyun oynadığı arkadaşlarının yanından kek verip kandırarak kaçırdığı 9 yaşındaki E.K.'ye tecavüz edip yol kenarına attığı öne sürülen 40 yaşındaki D.Ç. gözaltına alındı.
*Gaziosmanpaşa'da anne ile 4 ve 1.5 yaşlarındaki çocuklarının katil zanlısının polise verdiği sözlü ifadesinde duyanların kanını donduran ayrıntılar ortaya çıkmıştı. Canavar katil ifadesinde üst kat komşusu İlknur İslam'a oturmaya gittiğini, tek olduğunu anlayınca yanında getirdiği bıçağı genç kadının boğazına dayayıp evdeki paraları ve ziynet eşyalarını istemişti. Evde sadece cep telefonu olduğunu söyleyen kadının ellerini bağladı, bağırmaya başlayınca da onu bıçakladı. Yere düşen genç kadını hareketsiz kalana dek bıçaklamayı sürdürdü. Ardından 1.5 yaşındaki kızını ve 4 yaşındaki ağabeyini boğazlarından bıçakladı. Boğazından bıçakladığı 1,5 yaşındaki minik kız sürünerek kendisine üç metre uzaklıktaki annesi İlknur İslam'ın kucağına gittiğini ve annesine sarıldığını anlattığında, polis memurları gözyaşlarını tutamamıştı
2-3 bilezik için anne ve çocuklarını hunharca öldüren insan müsveddesinin emniyet müdürlüğünden çıkarken yüzündeki pis sırıtmayı hala unutamıyorum. Bu sırıtmanın sebebini ömür boyu ceza alsa bile ömrünün sonuna kadar yemek, barınma gibi temel ihtiyaçlarını garantilediğini düşünmesine bağlıyorum. İşin garibi bunu bizim ödediğimiz vergilerle yapacak olması… Ömür boyu hapiste kalsa bile bu cezanın mağdur tarafı ve toplumu tatmin etmediği açıkça ortada..
Burada birde, cezanın caydırıcılık unsuru da ortaya çıkıyor. Zira bu tarz suçları işleyen kişilerde Allah korkusunun olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu kadar ağır bir suça ölüm cezası verilmediği takdirde kişiler için her hangi bir caydırıcılık oluşturmayacağını da rahatça söyleyebiliriz.
Sonunda gelinen senaryo şudur, gözünüzde canlandırın…
İnsanların adalete olan inancı kalmaz.
Yine başa, devletsiz ortama dönülür, mağdur taraf suçluyu kendi yargılar cezasını kendi tespit eder, infazını da kendisi yapar. Bunun örneklerini yaşamaya başladık bile…
Toplumumuzu bekleyen en büyük tehlikelerden biri budur.

Temiz bir toplum dileğiyle…

M. Olcay Durgunlu
01.03.2009

Çifte Kavrulmuşun Notu: Bu hafta köşem, yine eşimin… Arada misafirim oluyor ve beni soluklandırıyor…
Seçtiği konu ve o konu ile ilgili verdiği bilgi ve görüşler hepimizi ilgilendiriyor...
Kendisine desteği için çok teşekkür ediyorum…

27 Şubat 2009 Cuma

BASİTÇE SEVMEK

Kadının topuğunda açık bir yara var. Acı içinde ayağını ovuşturuyor. Bir yandan da sıradan ve küçük olaylarla dolu gününü anlatıyor kocasına. Kocası elindeki şarap kadehini yere bırakıp, karısının ayağını alıyor eline şefkatle. Ve yarayı öpmeye başlıyor...

Kadın adama bakıyor sadece… Bakıyor ve ağlıyor.“Neden ağlıyorsun?” diye soruyor adam.
“Ben de seni seviyorum” diyor sesi çatallanarak… Adam kadına sarılıyor.

O sırada liman yakınındaki evlerinin penceresinden bir geminin soldan sağa geçtiğini görüyor kadın.Adama dönüp, “bir gemi ne zaman soldan sağa geçerse hep bu anı ve seni ne çok sevdiğimi düşüneceğim” diyor. “Ve seni hep ne çok seveceğimi...”

Her ikisi de adamın çok vakti olmadığını biliyor. Kadın sadece zaman uzasın istiyor.Hayatın içindeki küçük sıradan olaylarla dolsun günleri. Sıradan yaşasınlar herkes gibi. Alışveriş etsinler, yeni yerler görsünler, kavga etsinler, yemek pişirip yesinler, şarap içsinler, kahvaltıda küsüp, kapıdan çıkarken barışsınlar istiyor.Ama adamın çok vakti yok. İkisi de biliyor. Kadın sadece zaman uzasın istiyor.Ama olmuyor işte…

Adam bir öğle yemeğinde ölüyor.Güzel, güneşli bir günde, hayat şırıl şırıl akarken sokaklarda, kadın adam için süslenmişken, saçlarına sarı bir gül takmışken (ki sarı gül ayrılıktır doğru ya) ona nasıl iyileşeceğini anlatırken soluyor adamın yüzü…Adam iyileşmek istemiyor… Adam ölmeye yatkın… Kadın kafasını yere eğiyor… Anlıyor çünkü…Adam ölüyor…
Kalabalık bir restoran da, güpe gündüz, her şeyin, ama her şeyin tam ortasında ölmekte adam.Kadın, başı yerde ağlıyor… Ağlıyor. Ağlıyor. Ağlıyor.
Sonra garson bir peçete uzatıyor kadına. “İyi misiniz” diye soruyor.Kadın kafasını kaldırmadan “bana bir beyaz şarap verin” diyor. Garson hiç sesini çıkarmadan bırakıyor kadehi masaya. Restorandaki kahkaha sesleri, konuşmalar çocuk ağlamaları, tabak bıçak sesleri içinde burnunu çeke çeke ağlıyor kadın. Sonra çantasını açıyor. Telefonunu çıkarıp kız kardeşini arıyor. “Beni gelip al” diyor. Ağlamaya devam ediyor hıçkıra hıçkıra.

Kız kardeşi soluk soluğa giriyor restorandan içeri. “Sakin ol, ağlama” diyor.Kadın ilk defa o zaman kaldırıyor başını. Kardeşi adamın az önce öldüğü sandalyede oturuyor.“Öldü” diyor yüzü darmadağın ve yüzü kapkara...“Tamam” diyor kız kardeşi, “şimdi gidiyoruz evimize, her şey geçecek” “Ama yaralarımdan severdi beni. Öldü” diyor kadın yanaklarındaki yaşları silerek...
Kız kardeşi elini tutuyor kadının.“Lütfen” diyor. “Lütfen kabul et artık, lütfen bunu yapma bana, yapma bize. Öyle biri yok ki...”

***

(İclal Aydın’ın son kitabı… ‘Evlerin Işıkları Bir Bir Yanarken’ de ki, ‘Bir Gemi’ den…)

Oldum olası çok sevmişimdir, İclal Aydın’ı… Her yazısında mutlaka bir şeyler yakalar beni, nasıl güzel anlatmış, ne kadar içten ne kadar sahici diye düşünürüm yazdıkları için…

Bazen de ne kadar basit…
Aslında zor olan basit olmaktır… Basit yaşamak, basit düşünmek… Basit sevmekJ

Sevgililer gününe 2-3 gün kala elimde kitabı, kuaför salonundayım.(Evet, ben o boş sayılan vakti kitap okuyarak değerlendiriyorum)Yabancıların bulunduğu bir ortamda olmasam, eni konu beni ağlatabilecek bu acıklı hikayeyle nemlenirken gözlerim, üzerine bir başkasını ama bu sefer gerçeğini dinledim salondaki bir bayandan…
Belki yukarıdaki kadar ayrıntısı yoktu onların, belki adam hiç öpmemişti sevdiğinin yarasını, belki de fırsatı olmamıştı kim bilir? 28 yaşındaydı ve henüz 1,5 aylık evliydi… Bir sabah uyandı yeni güne… Günaydın dedi belki, sonra da sarıldı eşine… Sonra iş güç, dünya telaşı, çıktı evden hızla indi merdivenleri… Ve son basamakta kesiliverdi nefesi… Sebep kalp krizi… Ah nereden bilsin di koşturarak gittiği kendi eceli?
Olayı bize anlatan bayan, ölen adamın eşinin ağlayamadığını sadece inlemeye benzer bir sesle bir köşede hareketsiz oturduğunu söyledi… Nedense en çokta bu koydu bana…

Her zaman dediğim gibi, giden bir kere, geride kalan bin kere ölüyor ve giden değil kalan ölüyordu aslında…

Önce, hemen telefonuma uzandı ellerim aradım bende sevdiğimi…
Duydum sesini nefesini, rahatladım…
Sonra, yazdım kendi basit bir an hikayemi, hikayemizi…

Hemen her gün, hepimizin yaptığı gibi, evden çıkarken sarılıyor eşine adam…
‘Seni seviyorum’ diyor içtenlikle ve bir de öpücük konduruyor yanağına hafiften eşinin…
Belli belirsiz karşılık görüyor öpücüğü… Mahcup birde bakış atıyor kadın da eşine…
Karşı komşuların kapı deliğinden gözetlemesinden çekiniyor belki?
Çünkü giden adam oluyor ve yüzü sevdiğine dönük…
Allaha emanet ol diyor kadın… Sen de! diyor adam…

Gün uzun, gün sürprizlere dolu çünkü…

Bakıyor arkasından, penceren el sallıyor mutlaka her gün kadın…
Bu bir rituel oluyor ikisi içinde, güne huzur veriyor…

Kızgınsa ama veya bir kalp kırıklığı varsa bazen çıkmıyor cama kadın…
Sadece perdenin arkasında duruyor, göstermiyor kendisini…
Camda el sallayan eşi göremeyince yüze inen sis perdesini de seviyor çünkü kadın…
Kendince ceza veriyor sevdiğine…
Mahrum bırakıyor vedasından, hayır duasından, daha ne olsun işte?
Aslında, içinden ediyor duasını, perdenin arkasından veriyor öpücüğünü yine de…

Gün uzun, gün sürprizlerle dolu çünkü…

Bazen umulmadık anda, bir buket çiçekle geliyor adam…
Bazen, hiç habersiz yazılar yazıyor, aşk klasörüne eklemeler yapıyorJ
Bazen huysuz, bazen çekilmez…
Ama nihayetinde, okşanan saçlarının huzuruyla kedi gibi oluyor…

Bazen küçük sürprizler yapıyor kadın… Yazıyor, çiziyor ilan-ı aşk ediyor…
Çokça mutlu oluyor… Mutlu ediyor…
Bazen üzgün, kırgın… Bazen yorgun argın…
Yaraları oluyor herkes gibi… Kimisi içinde kimisi dışında…
Ve ne mutlu ki, öpüyor sarıyor sarmalıyor yaralarını adam…
Çünkü seviyor sadece, çok seviyor ve seviliyor…
Basitçe…

Gün kısa, yaşam kısa ve sürprizleri kendi yaratır insan çünkü…

İyi haftalar dilerim…

Banu Durgunlu
22.02.2009

2 Şubat 2009 Pazartesi

'İÇİM' DIŞIM BİR BENİM

‘Hayat hepimize küçük parçalar halinde gelir, ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez’
(Lao Tzu’ nun öyküsünden bir cümle, Taoizm’in kurucusu kabul edilen, Çin filozofu.)

Hayat… Herkes için aynı aslında, bir şekilde devam ediyor... Size kalan onu yaşamak ve yaşantınızı çevrenizdekilere yansıtma biçiminizi seçmek… Aşkı, sevgiyi, saygıyı, dostluğu, arkadaşlığı, duygudaşlığı hissedebilmek… Emeğinin, sevginin, paylaşımının karşılığını beklemeden vermek, hep vermek… Ya da verdiğin kadarını, en azından birazını almak?

Ve karar vermek…

Yalanlar üstüne bir yaşamı mı? Hani şu ‘mış gibi’ olanlardan… Eskilerin deyimiyle ‘kan kusup, kızılcık şerbeti içtim’ demek mi mesela?

Arada delleniyorum, hüzün bulutları kaplıyor içimi… Çünkü biliyorum kendimi, mutlulukla olduğu kadar acıyla da besliyorum ben bu bünyeyi... Acımı yaşarken, tipik bir yengeç olarak sulu gözlü ve müslümcüler misali jilet atacak kadar da arabesk hissediyorum kendimi… Feryat figan çınlıyor o zaman ortalık… Eş dost fark etmiyor… Eğer varsa işin içinde bir vefasızlık… Bana mısın demiyor…

Ya da;

‘Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol’ diyen Mevlana’yı rehber edinip özü sözü bir olmaya çalışmak mı?

Tükürdüğümü yalamadım hiç mesela, bunu gerektirecek davranışlarda da bulunmadım çok şükür, bozmadım kendimi, edebimi…

Beklemek… Zamandan yardım almak, zamana bırakmak?

Durmayan, arkasına bakmadan giden bir tek zaman, onunla da yarışılmıyor... Günler günleri takip ediyor... Bazen üzgün, bazen bezgin, bazen mutluyum... Ama her şeye rağmen hayattan hep umutluyum...

İyimserliği elden bırakmamak…

Dağa taşa, uçan kuşa, aşkıma, çocuklarıma, dosta, düşmana ve hayata karşı optimist yaklaşımım devam ediyor…

En güzeli... Merhamet etmek…

Arada, artık sadece merhamet duyguları beslediğim ve bu duygularla kendimi iyi hissettiğim
için, üslupsuz sözleri de tebessümle karşılıyorum... Bu konuda kendimi gün be gün geliştiriyorum ve çok daha iyi hissediyorumJ

Daha güzeli… Hayatı acısıyla tatlısıyla yaşamak ve tüm yaşanılanlar için yinede şükretmek… Ders çıkarmak, empati yapmak? Acıyı yaşamak?

Ben acımı yaşadım… Ne inkar ettim ne sakladım, olması gerektiği kadar acıttım canımı, ne az nede çok… Neyse ki, artık geçti gitti… Psikanalist Arno Gruen’in Acıyı yaşamak örneğindeki hale düşmedim çok şükür…
Arno Gruen’e göre insanlar kendi acılarını yaşayamadıklarında bu acıyı başkalarında yaşama ihtiyacı duyarlar. Bunu yapabilmek için başkalarını aşağılar, onlara zarar verir ve bu zayıflıklarını inkar ederler…

Yok yok, aslında en güzeli… Ve de tüm bunları yapmak için tek formül… Sevdiklerinize ve Allaha sarılmak,sığınmak…

Eşim… Şu hayatta ki en büyük şansım… Can yoldaşım, sırdaşım, çokça sevip, azca kızdığım… 9 yıldır ilenmeden, dilenmeden, sevildiğim, sevdiğim, saydığım, aşkım…

Çocuklarım... canımın parçaları, yaşam amaçlarım, aldığım her nefeste aklımdan çıkmayan yavrularım... Onların saflığında, kurdukları cümlelerde, neşelerinde, gülen gözlerinde unutuyorum her şeyi... Ne varsa kendime dert ettiğim veya gereksiz yere dert edindiğim... Yok oluveriyor birden… O zaman kızıyorum işte kendime… Bir anlık hüzün bile geçse gözlerimden, sevdiklerime bunu yaşatmaya hakkım yok diye.

Allahım… En yalnız olduğumda bile onu hissederim, duanın gücüne inanırım… Sevdiklerim için hayırlı dualar ederim, bedduadan uzak dururum… Ve bunun iç huzurunu doyasıya yaşarım:)

Şimdi…
Eşimle; Aşkla parlıyor gözlerim… Çocuklarımla; İçimdeki çocuğa dönüyorum yine…
Ve gülüyor yüzüm…
Çünkü…
İçim dışım bir benim.

İyi haftalar dilerim

Banu DURGUNLU
01.02.2009

3 DURUM

*BİR POT
Allah insanı şaşırtmasın…
Hayal ile gerçeği karıştırmak böyle bir şey olsa gerek…
Kurtlar Vadisinde sanırım mafya babalarından biri… İsmi rolüne yani kesip biçmeye uygun Kılıç… Adı üstünde rol ve bu role göre, adam dövmek, işkence etmek ve hatta öldürmek gayet normal? Normal olmayan oynağı rolün etkisi ile gerçek hayatta hukuk nedir, kanun nedir bilmeden ve düşünmeden gereksiz konuşmalar ve açıklamalar yapmak…
Belki biraz yaşlılık, belki gündeme gelmek için farklı bir yol…
Yani, yeni yetme bir oyuncu olsa amenna... Ama yılların kurdu?
Çok bir matahmış gibi ‘Yok ben şu savaşta askerken şu kadar kişiyi öldürdüm’… ‘Esir almıştık, kafasına bir el sıktım’L türünde insanın kanını donduran açıklamalar…
Behey şaşkın! Sen ki yılların oyuncususun, cahil bir insan değilsin lafının nereye gideceğini veya nerelere çekilebileceğini bilecek yaştasın.
Yanı başımız da sıcağı sıcağına Gazze dramı yaşanırken… Tüm dünyada savaş karşıtı açıklamalar yapılırken ve en önemlisi aradan kaç yıl geçerse geçsin savaşta işlenen suçlar ve ‘savaş suçlusu’ sayılmak için zamanaşımı işlemezken…
Ortalıkta ‘Özür Dilerim’ adı altında kampanyalar düzenleyip, gündem yaratmaya çalışan fırsatçılar dolaşırken... Bu açıklamalar o kişilerin ekmeğine yağ sürmek değil de nedir?
Tamam hepimiz biliriz, erkeklerin askerlik maceralarının sonu gelmezJ Bire bin katılır çoğu zaman anlatılırkenJ
Ama en azından onlar bunu aile içinde yaparlar, sonunda ‘yanlış yaptım, yalan söyledim özür dilerim’ deyip küçülmemek için.
Bakalım bu kötü imajı silmek için kaç yıl geçecek?



*BİR DRAM
Gaziosmanpaşa'da anne ile 4 ve 1.5 yaşlarındaki çocuklarının katil zanlısının polise verdiği sözlü ifadesinde duyanların kanını donduran ayrıntılar ortaya çıkmıştı. Canavar katil ifadesinde üst kat komşusu İlknur İslam'a oturmaya gittiğini, tek olduğunu anlayınca yanında getirdiği bıçağı genç kadının boğazına dayayıp evdeki paraları ve ziynet eşyalarını istemişti. Evde sadece cep telefonu olduğunu söyleyen kadının ellerini bağladı, bağırmaya başlayınca da onu bıçakladı. Yere düşen genç kadını hareketsiz kalana dek bıçaklamayı sürdürdü. Ardından 1.5 yaşındaki kızını ve 4 yaşındaki ağabeyini boğazlarından bıçakladı. Boğazından bıçakladığı 1,5 yaşındaki minik kız sürünerek kendisine üç metre uzaklıktaki annesi İlknur İslam'ın kucağına gittiğini ve annesine sarıldığını anlattığında, polis memurları gözyaşlarını tutamamıştıL
İnsanın aklı almıyor, düşünmek bile istemiyorL
O şahsa karşı İçimden geçenler o kadar kötü ki yazmasam hepimiz için daha hayırlı!



*BİR GURUR

Ve sevgili Barış Manço…(2 ocak 1943-1 şubat 1999) Besteci, şarkı sözü yazarı, gezgin ve Tv programı yapımcısı… Ama en önemlisi bizim kuşağın sevgili Barış AğbisiJ
Arkadaşım Eşşek ile büyüyen bendeniz, Kara Sevda ile çılgınca dans ederdimJ
Gülpembe ile hüzünlenir,Dağlar dağlar ile isyan ederdimJ
Ölümünün 10. yılında sevgiyle anıyorum onu da…

Geçen gün bir programda oğlu Doğukan’a rastladım… Babasından bahsederken kullandığı kelimeler ve kurduğu cümleler içimi titretti, gurur duydum hem onunla hem kendimle…(Aynı duyguları rahmetli annem için yaşıyordum bende çünkü)

‘O benim kahramanımdı…10 senedir ben her gün onu gördüm…Ya yazı olarak gördüm ya resim ya şarkı…Hiçbir şey olmasa rüyamda gördüm…Babam benim koruyucu meleğim’

İşte buydu… Gerçek olan, olması gereken, bir çocuğun ihtiyacı olan yegane şey sadece ve sadece sonsuz sevgiydi…
O sevgi ki, ‘güz yağmurlarıyla bir gün göçüp giden’ leri hiç gitmemiş gibi yanında hissetmeye kafiydi.
Ne para, ne mal, ne mülk… Bırakılması gereken sadece, güzel anılar, keyifli paylaşımlar ve her kese karşı sevgiydi, gerisi nasıl olursa gelirdi…



İyi haftalar dilerim…

Banu DURGUNLU
24.01.2009

ŞEKERDE YİYEBİLSİNLER

Çikolata, çikita, çiki çiki çikitaaaaaaaa :)
Vallahi aslında bu sanat eserini, sizinde dilinize dolamayı hiç arzu etmezdim ama dün akşamdan beri dilimden düşmüyor bir türlü:) Çünkü ben dün akşam( 10 0cak 2009) Bursalı Annelerimle birlikte PASTO da ‘Şeker Hamuru Pasta’ kursuna katıldım…
Çok keyifli saatler geçirdim, ikizlerim için bir pembe, bir mavi birbirine sarılmış ayıcıklı pasta yaptım.

Evime geldim çocuklarımı çooook mutlu ettim…
Onların mutluluğu ve sevinci ile ben içimi titrettim :)
Şekere bulanmış ağızlarındaki gülücük ve gözlerindeki mutluluğa tanıklık ettim…

Sonra…

Ne kadar kaçmaya, görmemeye, duymamaya çalışsam da…
Tüm İsrail ürünlerini boykot eden guruplara katılsam da…
Bu köşeye, blog sayfama, konunun tartışıldığı türlü platformlara…
Gazze de ki insanlık dramı için yazılar yazsam da…

Rahatlamıyor vicdanım… Onu fark ettim…

Ne o ölen masum çocuklar gidiyor gözümün önünden…
Ne de yıllar sonra, (muhtemelen sızlayan başkaca vicdanlar için)…
Vatandaşlığı geri verilen ölümsüz şair,
Nazım Hikmet Ran’ın o harika şiiri aklımdan…

Kapıları çalan benim kapıları birer birer.Gözünüze görünemem göze görünmez ölüler.Hiroşima'da öleli oluyor bir on yıl kadar.Yedi yaşında bir kızım, büyümez ölü çocuklar.Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu.Benim sizden kendim için hiçbir şey istediğim yok.Şeker bile yiyemez ki kağıt gibi yanan çocuk.Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver.Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler.

Bu kısımdan sonra, çok fazlada üstelemedim kendimi…
Ölü çocukların üzerine ne söylenebilirdi ki?
Sadece…
‘Herkesin vicdanı, ömür boyu, omzunda taşıyacağı, kendi ilahi takibidir.’
Dedim.

Ve hepinize iyi haftalar diledim…
Banu Durgunlu
11.01.2009

PSİKOLOJİKTİR! GEÇER...

Susuyoruz? Biz sustukça, ağzı olan konuşuyor?
Peki, konuşmasını istediklerimiz onlar mı?
Velev ki! Konuştular?
Sonuç?

‘İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır’ mış? Eskiden…
Şimdi, sadece sessizlik var…
Kimse ağzını açamıyor, herkeste bir boş vermişlik, bana dokunmayan yılan bin yaşasın zihniyeti…
Muhtemelen ancak kendi başına bir felaket gelince farkına varacak insanoğlu ve görecek susmasının nelere mal olduğunu…

2009’ a girdik ve bizimle beraber ne yazık ki sorunları da, yeni seneye hediye ettik…
Elbette bir gecede değişmeyecekti her şey, değişen sadece rakamlardı… 2007 - 08 - 09…
Biliyordu bunu insan, biliyordu ama… Umut olmazsa da hiç yaşayamazdı…

Alın bakın daha, dakika bir gol bir... Anladık ki, eski hamam, eski tas devam edecek her şey?
Ocak ayının ilk günü açıklandı, göklerin gerçek! Kral’ının kim olduğu!
Onca rezilliğe, üç kağıda rağmen ‘hak eden?’ yine hak ettiği yeri bulmuştu…

Devir böyleydi, çark böyle işliyorduL
Ve dönen bu çarkın güçlü sesinin arasında, vatandaşın ‘açız’ çığlıkları duyulmuyordu?
Ya da artık herkes işine geleni mi duyuyordu?
Öyle ya, öyle olmalıydı tabii ki...
Yoksa ‘devletin işi yok beni mi dinleyecek?’ Diyen saflardan mıydınız sizde?

Yeni yıl gecesi, sızan gazdan 7 üniversiteli genç veda ederken hayata, iş bilmezlerin, iş başında olduğu mevkiden açıklama geldi… ‘Gençler zaten yarı çıplaktı!’… Aslında çıplak olan kraldı! L
İşte bu çarpık zihniyetin, ölen onca cana bulduğu savunma da böyle çarpık çıkmıştıL

Ama tüm olumsuzluklara rağmen siz farkına varmasınız da çağ atladık biz?
O kadar! Bilinçliyiz, medeniyiz, kendi sorunlarımızı çözdük ve hakkımızı savunduk ki, sıra Ermenilere geldi! Fazlaca aymış! Aydınlarımız çözdüler üç beş kelam edip tüm sorunları…
Sözde soykırım için özür dilediler. Kim adına, kimden ve niye dilediklerini bile tam olarak bilmeden. Soykırımdan bahsedenlerin dedelerinin, doğu ve güneydoğuda binlerce Türk’ü katlettiğini düşünmeden… Hani bunun özrü!
Birde yanı başımız da, halen süregelen Gazze katliamıL
Şimdi ses çıkmıyor… Ne aydın kesimden, ne sizden, ne bizden, ne dünya milletlerinden…
Öyle ya… Ölenler Müslüman çünkü…
Ve siz bilmez misiniz, toplu katliamların soykırım sayılması için;
Öldürenlerin Müslüman, ölenlerin ise Hıristiyan olması gerekir!
Öldürenler Hıristiyan, ölenler Müslüman ise, bu soykırım değildir…
Buna ancak savaş veya iç savaş denebilir!

******

Şimdi, 2009’dan ümitli misiniz hala?
Psikolojiktir! Geçer...
Zamana bırakın.

İyi haftalar dilerim

Banu DURGUNLU
04.01.2009

ÇOCUK VE CİNSELLİK

Bu hafta ikizlerimin anaokulunda ’Okul öncesi çocuklarda cinsellik ve cinsel eğitim’ konulu bir eğitim vardı. Özel Biliş Anaokulu’nda, Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Uzmanı – Gelişim Psikolojisi Bilim Uzmanı, Ahu Öztürk’ ün sunumu ile çok faydalı bilgiler aldık ve bende bu bilgileri sizlerle de paylaşmak istedim…
İkiz sahibi ebeveynler olarak konu bizi iki defa ilgilendirdiği için, sorduğumuz sorulara aldığımız yanıtları ve kısaca toplantı notlarımızı yazacağım önce…
Onun altında da konu ile ilgili metnin tamamını bulabilirsiniz…
*Çocuğunuzdan size cinsellik ile ilgili bir soru geldiği zaman, anne ve baba olarak tutumunuzu, şaşırma ve memnuniyet ifadesi gibi dürüstçe belli edin.
*Sen bu konuda ne düşünüyorsun diye yaklaşın, sorulan soruya cevabınız basit ve açık olsun.
*Çocuğunuzun cinsellik ile ilgili soru sormaması tehlikelidir… Genel olarak çocuğunuzun 3 yaşından sonra soru sorması gerekmektedir, eğer size böyle sorularla gelmediyse, soru sorması için fırsat yaratılmalıdır.
*Suskunluk, azarlama, kızgınlık ve sürekli cinsellik pis vs. söylemler yerine, çocuğunuza karşı, ilgi, anlayış, memnuniyet gösterin ve cinselliğin çok doğal olduğunu belirtin.
*Cinsel organları isimlendirmede bizim genel toplum kültürümüze uygun kelimeler kullanılmalı veya hali hazırda kullanılan kelimelere devam edilmelidir… Aşağısı veya yukarısı şeklinde bölge adı belirtilmemelidir…
*Çocuğunuz kendini tatmin ediyorsa bunun çok doğal olduğunu ama her zaman ve her yerde yapılamayacağı söylenmelidir…
*Aynı odayı kullanan kardeşler veya ikizler, belli bir utangaçlık geliştirmeye ve itirazlara başladığı zaman (yalnız kalmak ve yalnız yapmak istediği zaman, ki bu genellikle ilk okul çağlarında olur) odalarını ayırmak gerekir… Bu yaptığın ayıp vs. yaklaşımında bulunulmamalıdır.

**********************************************************
İnsan doğduğu günden ölümüne kadar cinselliği olan bir varlıktır. Dolayısıyla cinsellik hakkında bilgilenmenin veya cinsel eğitimin yaşam boyunca sürmesi gerekir.
Bu yaşam dönemlerinin en önemlisi ise 0–6 yaş dönemidir. Çünkü bu yaslarda bir erişkin gibi bağımsız ve aktif olarak, merak edilen cinsel konuların çeşitli kaynaklardan araştırılıp öğrenilmesi söz konusu değildir ve edinilen bilgiler erişkin yaşa gelindiğinde cinsel tutum ve davranışların sağlıklı olması açısından belirleyicidir. Henüz okul ve öğretmenler çocuğun hayatına girmediğinden asıl eğitici konumunda olan anne-babalara büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Bu sorumluluğu yerine getirirken dört evrede inceleyebileceğimiz, 0–6 yaş dönemi cinsel gelişim ve davranışları hakkında aşağıda özetlenen temel bilgilere ihtiyaç vardır.
0–18 ay:
—Bebek kucağa alınma ve okşanmayla bedensel teması ve bundan haz almayı öğrenmeye başlar.
—Cinsel kimlik ve cinsel rol gelişimi başlar yani bebekler, kız veya oğlan olduklarını anlamaya ve buna uygun davranmaya başlarlar.
—Kendiliğinden erkek bebeğin penisinde sertleşme ve kız bebeğin vajinasında ıslaklık olur.
—Bir yaş civarında bebeklerin çoğu cinsel organlarını keşfeder ve dokunmaktan hoşlanır.
18 ay–3 yaş:
—Tuvalet eğitimi ile birlikte çocuk cinsel bölgenin daha fazla farkına varır.
—Kendi cinsiyetinden emindir ancak bunun kalıcı olup olmadığını bilmez.
—Diğer çocuklara kız veya oğlan oluşlarına yani cinsel kimliğine göre farklı davranmaya ve onların davranışını kabul etmeye başlar.
—Cinsel organlar ve bedensel fonksiyonlar için kelimeler öğrenir. Bu dönemde çocuğa cinsel organların doğru terimlerle tanıtılması gerekir. İdeal olanı tıbbi terimlerin (vajina ve penis) öğretilmesidir. Anne-baba ve bakıcıların cinsel organlara lakaplar takması, mastürbasyona karşı olumsuz tavır takınması doğru değildir.
—Bedensel temas, öpülüp sevilmeye duyulan ihtiyaç devam eder.
3–4 yaş:
—Bebeklerin nereden ve nasıl geldiklerine dair sorular sormaya başlar. Üreme bu yaştaki çocukların anlaması için çok karmaşık bir süreçtir. Bu nedenle bebeklerin nasıl olduğuna dair bilgiler defalarca tekrarlanmalıdır.
—Akranları ve oyuncaklar aracılığı ile cinselliği anlamaya çalışır."Doktorculuk" ve "Evcilik" oynayarak kadın ve erkek vücutları arasındaki farklılıkları öğrenmek için çabalar.
—Başkalarının tuvalette ne yaptığını merak eder. Yetişkinlerin argo konuşmalarını taklit eder.
—Hangi davranışların sosyal olarak kabul edilebilir olduğunu anlamaya başlar. Toplum içinde ve özel mekânlarda nasıl davranılması gerektiğini kavrar.
—Özellikle erkek çocuklarda cinsel bölge duyumu artmıştır ve çoğunlukla da üzgün olduklarında cinsel organlarını tutarlar.
5–6 yaş:
—Bebeklerin nasıl oluştuklarından ziyade nasıl doğduklarıyla ilgilidirler. Arkadaşlarından cinsellikle ilgili doğru olmayan bilgiler edinebilirler. Böyle bir durumda anne-babanın çocukları ile cinselliği açıkça tartışıp konuşması ve doğru bilgiler vermesi uygundur.
—Giyinirken veya banyoda yanlarında kimsenin bulunmasını istemezler.
—Cinsiyetler arası farklılıklara karşı daha duyarlı olmaya başlarlar. Kendi cinsiyetinden çocuklarla arkadaş olma eğilimi gösterirler ve kadın/erkek rollerine olan ilgileri giderek artar.
—Cinsel oyunlara ve mastürbasyona devam eder.
—Açık-saçık, müstehcen kelimeler kullanmaya başlar.
—Daha az olmakla birlikte bedensel temasa ihtiyaç duyar.
—Vücuduna sahip çıkmayı ve kendisine uygunsuz biçimde dokunulduğunda "hayır" demeyi bilir.
Çocukla cinsellik hakkında konuşurken dikkat edilmesi gereken noktalar şunlardır:
1.Çocuğunuz soru sorduğunda cevap verin."Büyüdüğünde sana söylerim" veya "sen nereden duyuyorsun böyle şeyleri " diyerek onu engellemeyin. Çocuğunuz bir daha sormayabilir ve güvenilir olmayan kaynaklardan yanlış şeyler öğrenebilir. Çocuğunuza soru sorması nedeniyle memnun olduğunuzu belli edin ve "Bu soruyu bana sorduğun için teşekkür ederim."diyerek onu ödüllendirin.
2. Döllenme ve doğum hakkında konuşurken şüpheli, belirsiz veya gerçek olmayan ifadeler kullanmayın. Çocuğunuz insanlar hakkında öğrenmek isterken hayvanları örnek olarak vermeyin. Bu kafa karıştırıcı, baştan savmacı bir tutumdur.
3.Çocuğunuz soru soracak kadar büyükse, doğru yanıtları ve doğru sözcükleri öğrenecek kadar da büyüktür. Çocuğun ne sorduğunu anladığınızdan emin olduktan sonra doğrudan sorulan soruya yanıt verin. Çok fazla bilgi veriyor olmaktan korkmayın. Hazır olmadığı bilgileri eleyip unutacaktır. Çok uzun, karmaşık cevap bir daha soru sorma konusunda hevesini kıracaktır. Bundan kaçının. Çocuğunuza hazır olduğunu düşündüğünüz seviyenin biraz üzerinden bilgiler verin. Böylece hem tahmin ettiğinizin üzerinde anlama olasılığını göz önünde tutmuş hem de gelecekteki soruları için yol açmış olursunuz. Fakat konuştuğunuzun bir çocuk olduğunu da unutmayın ve aşırı kitabi bilgiler vermekten kaçının. Örneğin çocuk, kızlar ve oğlanlar arasındaki farkları sorduğunda bir kitap açarak ayrıntılı cinsel anatomi bilgileri vermeyin. Çocuk gözle görülür farkları bilmek ister. Bu durumda sadece kızların vajinası, oğlanların penisi olduğunu ve erişkin yaşa geldiklerinde kızlarının memelerinin büyüdüğünü, erkeklerin sakallarının çıktığını söyleyebilirsiniz.
4.Soruyu sorulduğu zaman yanıtlayın. Eğer çocuğunuz soru sorduğunda cevap veremeyeceğiniz bir konumda iseniz, örneğin kalabalık bir markette iseniz ``Bunu evde konuşalım.`` ya da ``Bunu daha sonra konuşalım.`` diyerek cevap vermeyi kısa bir süre için erteleyebilirsiniz.
5.Bilgilendirirken yaşına uygun resim ve kitaplar kullanınız.
6.Çocuğunuz soru sormasa bile öğrenmesi için fırsatlar yaratın. Örneğin televizyon programlarından ya da hamile bir arkadaşınızdan yola çıkarak bebeklerin nasıl olduğunu ve nasıl doğduğunu anlatabilirsiniz. Anlatırken doğru terimleri kullanınız. Çocuğunuzun soru sormaya devam edebilmesi için doğru sözcüklere ihtiyacı vardır.
7.Benzetmeler kullanırken dikkatli olun. Çocuklarda soyut düşünme henüz gelişmediğinden "Anne karnında bir tohumun büyümesi" kavramını gözlerinde annenin içinde bir ağaç büyüdüğü şeklinde canlandırabilirler.
8.Bazen çocuğunuzun sorduğu soruyu bilemeyebilirsiniz. Bu durumda en doğru tutum "Bunun cevabını bilmiyorum. En kısa zamanda öğrenip seni bilgilendireceğim."demektir. Pek çok alanda olduğu gibi cinsellik konusunda da bilgilerimizi güncelleştirmeye, gözden geçirmeye ve bilgi edinme karşısındaki engelleri gidermeye ihtiyaç vardır.

İyi haftalar ve mutlu yıllar dilerim…
Banu Durgunlu
28.12.2008

ÖĞRENİRSİNİZ

İnsanların hayatlarında belli dönemler vardır ve bu dönemlerin her biri insan için, yeni eğitim sezonunun başlangıcı gibidir…
Aile içinde evlatsınızdır… Anne babanızdan; iyi insan olmayı, görgü kurallarını, büyüklere saygıyı, sevgiyi, insanları, hayvanları, doğayı sevmeyi vs. hayat tecrübelerini öğrenirsiniz…
Okulda öğrencisinizdir; Tarih, coğrafya, matematik, fizik vs. dersleri görür kültürünüzü ve bilginizi geliştirirsiniz… Eğitim öğretimi, sosyalleşmeyi öğrenirsiniz…
Büyürsünüz, okursunuz, bir mesleğiniz olur, çalışma hayatını öğrenirsiniz.
Arkadaşlarınız, dostlarınız olur; gülmeyi, dertleşmeyi, paylaşmayı, iyi günü kötü günü birlikte geçirmeyi… Belki bir dost elinin sıcaklığını duyar, belki de dost kazığı yemenin ağırlığını yaşar, insanları tanır, iyiyi kötüyü öğrenirsiniz…
Evlenirsiniz eş olursunuz… Sevmeyi sevilmeyi, aşık olmayı, her türlü eşyayı, yaşamınızı paylaşmayı ama sevgiyi ve sevgiliyi paylaşmamayı öğrenirsinizJ
Sonra…
Sonra, anne veya baba olursunuz… Ve anne, baba olunca;
Sonsuz ve koşulsuz sevginin nasıl bir şey olduğunu,
Kalbinizin vücudunuzun dışında da atabileceğini...
Yaşama amacınızı, hayatınızın anlamını,
Yeniden çocuk olmayı, her şeyi en baştan yeniden öğrenmeyi,
Çok, çok, çok ama çok sevmeyi,
Koruma içgüdünüzün bir panter veya kaplan ile eşdeğer olduğunu,
Uykusuz da yaşanabileceğini, hatta uyanıkken rüya görülebileceğiniJ
Çocuklu evde dağınıklığın ve yorgunluğun gayet normal olduğunu, dağınıklığı olması gereken buymuş gibi algılamayı ve hatta bir evin küçük oyuncaklar ve yerlerdeki yırtık kağıt parçaları ile kendine has bir dekorasyona sahip olabileceğini...
Gün içerisinde çocuklarınızla yüzlerce kelime kullanıp konuşunca akşam olduğunda dilinizin şişebileceğiniJ
Sabırlı olmanın, erenlere evliyalara has bir meziyet olmadığını, bir annenin de yeri geldiğinde, Yaaa sabırrrr! Çekerken, aynı manevi duygularla dolup taşabileceğiniJ
Öğrettiklerinizin geri dönüşlerini alınca, nobel ödülü almış gibi sevinmeyiJ
Başkasının öksürüklerinin, ciğerinizi parçalayabileceğini,
Ağlamaklı gözlere bakıp ağlayabileceğinizi,
Minik bir tebessümden büyük mutluluklar yaşayabileceğinizi…
Bir tek çocuklarımın(nızın) yediği lokmada gözüm olduğunu? J Çünkü fazla yesinler diye lokmalarını saydığımı(mızı)…
Her şeyi iki kere yapmanın gayet normal olduğunu sanmayı…
Tek çocuğumuz olsaydı? nın hayalini bile kurmayı beceremediğimizi…
Bir insan öpücüğünün, kesilen parmağın acısını dindirebileceğini,
‘Seni çok seviyorum anne’ cümlesinin dünyadaki en anlamlı ve en güzel kelime topluluğu olduğunu…
Ve…
Bu kadar küçük bir bedenin, hayattaki en büyük huzuru verebileceğini…
ÖĞRENİRSİNİZ…

Ben öğrendim J J J

Hepinize iyi haftalar dilerim…

Banu DURGUNLU
22.12.2008

ÖYLE ZOR Kİ...

İlk nefesimde, ben senin… Son nefesinde, sen benim kollarımda…
Şimdi ise güneşim, ayım, meleğim, yıldızımsın…
Bizden, benden ayrılmanın… İsteksiz ve zamansız gidişinin üzerinden 2 yıl geçti annem…
Ama daha dün gibi aklımda, ruhumdasın…
Dolabında asılı duran eşyalarında kokun duruyor hala… Sen kokuyor, mis kokuyor…
Dokunduğum fotoğraflarına gözyaşlarım damlayınca… O damlaların arasında, birden sen oluveriyor her şey, canlanıyor resmin… Zaman mekan karışıyor…
Öyle zor ki sevdiğini kaybetmek, anneyi kaybetmek… Öyle zor ki anne…
Öyle zor ki, sana bir daha, anneciğim diye sarılıp öpemeyeceğimi bilmek…
Öyle zor ki, ne kadar çabalasam, Allahın takdiri desem de… Senin yaşının çok üstünde olan, ama hala yaşayıp kızına, oğluna, sahip çıkanları görmek…
Öyle zor ki…4 yaşındaki bir çocuğun ‘Anneannemiz neden çiçeklerin altında yatıyor? Üşümüyor mu? Onun evi yok mu’ sorularına cevap vermek…
4 senedir bende anneyim, anne… Ve 4 senedir her akşam ‘Benim annem güzel annem beni al kollarına’ diye ninniler söylerken çocuklarıma… Aslında ben hep sana sesleniyorum o bildik satırlarda…
Ben artık sana olan özlemimle sen olmak istiyorum… Senin gibi konuşmak, senin gibi gülmek istiyorum… Sanki sen olursam, sana daha yakın olurmuşum gibi…
Öyle zor ki, senden sonra, sensizliğe alışmaya çalışmak anne…
Benim sana hala, çok ihtiyacım var annem… Ben hala, senin küçük kızınım çünkü…
Ne büyüktü senin sevgin… Yetişirdin, duyardın, bilirdin beni, her halimi, mutluluğumu, derdimi…
Şimdi yine duy sesimi… Duy sesimi annem…
Beni sev… Çok sev… Ama oğlumu da… Kızımı da sev…
Sen annesin nasıl olsa… Oralardan da yeter senin sevgin… Hem bana, hem torunlarına…
Annem…
Ufacık vücutlu, koca yürekli, güzel kadın…
Nur içinde yat şimdi… Sonsuzlukta… Cennet yaprakları arasında…


İyi haftalar dilerim…

Banu DURGUNLU
13.12.2008

BAZI BAZI BAYRAMLAR

Bazısına her gün bayramdır :)
Sınırlamaz kendini, 3-4 günle…

Bazıları için bayram, hasrettir kucaklaşmadır…
Yıllardır, aylardır görmediği sevdikleri ile kavuşma anıdır…

Bazısı, buruk geçirir bayramları…
Uzun selviler altında, bir avuç kara toprak olur, öpemediği el yerine, okşadığı…

Bazısı için bayram, yeni kıyafetlerle, takıp takıştırıp, eş dost ziyareti yapmaktır…

Bazısı için bayram, evin barkın tepeden tırnağa, dip bucak paklanmasıdır :)

Bazısı için bayram, mangal yakıp, keyif yapma zamanıdır…

Bazısı için bayram, tüm rejimlerin bittiği haftadır…Yenilir içilir, ne şeker ne tansiyon dert edilir…
Sonuç genellikle bayram haftası bitiminde, hiçbir ikramı geri çevirmeme sonucun da mide fesadı geçirmektir. :)

Bazısı, fırsat bu fırsat tatile gider 3-5 günlüğüne…

Bazısı gurbettedir… Gurbet elde içi buruk, çabuk geçse şu bayram diye düşünür…

Bazısı ise, hasta yatağında gözü kapıda geçirir bayramı…

Bazısı için bayram, yılda bir kez de olsa çocuklarına et yedirmenin mutluluğunu tatmaktır…

Bazısı için, sevdiklerini hatırlamak ve aramak için özel bir gündür…

Bazısı içinse, çocuklarının gözlerinden okunan ‘bayram sevinci’ mutluluğudur…

Bazısı için, ‘Bayram gelmiş neyi me ?’ dir…

Bazısı şarkı söyler… ‘Hayat bayram olsaaaaa’ … Ne güzeldir :)


Şu dünyadaki en mutlu kişiMutluluk verendirŞu dünyadaki sevilen kişiSevmeyi bilendirŞu dünyadaki en güçlü kişiGüçlükten gelendirŞu dünyadaki en bilgin kişiKendini bilendirBütün dünya buna inansaBir inansaHayat bayram olsaİnsanlar el ele tutuşsaBirlik olsaUzansak sonsuzaBütün dünya buna inansaBir inansaHayat bayram olsaİnsanlar el ele tutuşsaBirlik olsaUzansak sonsuzaŞu dünyadaki en olgun kişiAcıya gülendirŞu dünyadaki en soylu kişiİnsafa gelendirŞu dünyadaki en zengin kişiGönül fethedendirŞu dünyadaki en üstün kişiİnsanı sevendirBütün dünya buna inansaBir inansaHayat bayram olsaİnsanlar el ele tutuşsaBirlik olsaUzansak sonsuza

Sevdiklerinizle birlikte geçireceğiniz, mutlu ve huzurlu bir bayram dilerim…

Banu DURGUNLU
07.12.2008

MUCİZE ANNELER

3 Aralık Çarşamba; Dünya Engelliler günü…
Bu günle ilgili güzel yurdumda yaşanacaklar ve olası beklentiler şu yönde…

Tartışma programları; Engellilerin sorunları, ihtiyaçları… Yeri geldiğinde yok sayılmaları, engelli olmak bir suçmuş gibi toplumdan dışlanmaları…

Haber programlar; Acıklı engelli görüntüleri ve fonda yine acıklı bir müzik eşliğinde, engelsizleri? Ağlatacak bildik birkaç haber programı…

Gazetelerde ve köşelerde? ; Günün anlam ve önemine ilişkin yazılar?

Bu hafta, bu köşede; Engelliler konulu ama bu sefer engellilerin değil, onlara bakan, ömrünü onlara adayan ve evlerde, okullarda evladı için yaşamını kısıtlayan ve kısmen engelli gibi yaşayan anneler var…

Geçen hafta içinde, Bursalı Anneler gurubumuzla yeni yardım projesi kapsamında topladığımız giyilebilir durumdaki eşyalardan bir kısmını, Rüveyde Dört çelik ilköğretim okuluna götürdük…
Okul eğitilebilir düzeyde zihinsel engeli olan öğrencilerden oluşuyor…
Yardımlarımızı teslim ettik, okulda gönüllü olarak görev yapan annelerle görüştük.
10 yıldır oğlu için, bu okulda hiçbir ücret almadan, sabahtan akşama kadar görev yapan bir annenin anlattıklarını içimiz burkularak ama bir yandan da ona hayranlık duyup, yaptıklarını takdir ederek dinledik…
% 70 zihinsel engeli,% 90 da görme kaybı olan oğlundan bahsederken gözleri parlayan o anne,
çocuğunun yanında ağlayamadığını, eğer kazara böyle bir şey olursa ve oğlu onu ağlarken görürse kendisine ‘ağlama anne hasta olursun, sonra ölürsün. Sen ölürsen bana kim bakar? Sakın ölme’ diyerek sarılışını anlatırken, bu sefer biz gözyaşlarımızı o fedakar anneden saklamaya çalıştık.

Onun, oğlunu ve doğumundan bu yana yaşadıkları zorlu süreci anlatırken, bu günümüze şükür demesi, olgunluğu, sabrı ve durumu kabulleniş şeklini görünce, sağlıklı evlatlara sahip olduğumuz için bende Allaha yeniden sonsuz şükürler ettim…
Çünkü, lafta kolay ama uygulamada çok zor bir süreçti yaşadıkları, yaşayacakları…

İşte bu yüzden, benim için o ve onun gibi engelli evladı olan anneler, mucize anneler…
Sabırlı, sevgi dolu... Onlar için evlatlarından gelen, bir gülüş, bir söz, bir adım, bir ses o kadar kıymetli ki ancak yaşayanlar anlayabilir...

Bizler bile, yeri geldiğinde yoruluyoruz ofluyoruz şikayet ediyoruz ama, en fazla 2 yaşına kadar alt değiştiriyoruz en fazla 3-4 yaşına kadar elimizle besliyoruz veya giydiriyoruz...

Ya o mucize anneler? Bazıları bir ömür boyu bunları yapıyor… Ve yaparken en ufak bir şikayet çıkmıyor ağızlarından… Tek duaları genelde; ‘Allah ondan önce benim canımı almasın, çünkü ona benden iyi kimse bakamaz’ oluyor…

Yazımın devamında, internet kaynaklı-yazarını bilemediğim- harika bir yazıyla baş başa bırakacağım sizleri…

Sanırım anlatmak istediklerimi ‘Engelli (özel) bir çocuğun annesine mektubu’ yeterince anlatacak…


Neden hep dalıp dalıp gidiyorsun? Neden bana hep üzgün üzgün bakıyorsun? Neden hep aynı soruları tekrarlıyorsun? Neden kendini suçlamaktan vazgeçmiyorsun? Neden hep kızgınlık duyuyorsun?Halbuki ben meleklere: "beni bu halde dünyaya gönderirseniz ben orda ne yaparım diye sorduğumda: "korkma dediler, orda senin annen olacak, biz senin için en iyisini seçtik, sana o bizden daha iyi bakacaktır, sana birçok şeyi o öğretecektir ama unutma ki senin de ona öğreteceğin birçok şey var, o sana öğretecek sen ona öğreteceksin ve bir gün kendi kendine yasayabileceksin" dediler. Hadi anneciğim başlayalım çalışmaya, öncelikle ben sana ceza olarak değil ödül olarak gönderildim, ben senin ödülünüm bunun farkına varmalısın ve anneciğim bu ödülde suçlu aramana gerek yok bir an önce nedenler üzerinde durmaktan vazgeçip sonuçlar üzerinde yoğunlaşmaya başlamalısın.
Benden utanma, insanların bakışlarına aldırma, beni gittiğin her yere götür, eğer kendi kendime yeterli hale gelmemi istiyorsan sakin anlamadığını düşünme beni konsere, tiyatroya, sinemaya götür anneciğim. Belli mi olur bakarsın sen ve ben belki de toplumun melekelere bakış açısını değiştiririz ha ne dersin anneciğim. Hadi kalk anneciğim, denize gidelim bana yüzmeyi öğret, hep evde oturmaktan sıkıldım, artik sadece okula giderken dışarı çıkıyorum. Tamam sana söz veriyorum aksam döndüğümüzde bütün ödevlerimi yapacağım anneciğim. Sana verilen görevin çok zor olduğunu biliyorum ama unutma yalnız değiliz çok yavaşta olsa ben öğreniyorum, gelişiyorum, büyüyorum yakında duygularımı sana sesli olarak söyleyeceğim, simdi güçlü olma zamanı anneciğim. Etrafımızdaki diğer melekleri düşün anneciğim. Ne demişti melekler "senin annen var korkma o seni korur ve sana her şeyi öğretir, Tanrı senin için en iyisini seçti", sen varken anneciğim hiç korkmuyorum biliyor musun çünkü Tanrı seni seçti anneciğim.
Babama ve diğer akrabalarımıza bizi yalnız bıraktıklarını düşündüğün için kızma sakin çünkü onlar senin kadar güçlü değiller anneciğim bak göreceksin biz ilerleme kaydettikçe onlarda şaşıracaktır ve bize katılacaklardır. Sen ve ben çok özeliz. Şimdiye kadar birbirimize öğrettiklerimizi bir düşünsene ne kadar da çok şey öğrendik, yaşadığımız toplumda bile daha önce farkında olmadığımız şeylerin farkına vardık ve anneciğim biz kazanacağız. Bir gün kendi basıma okula gidebileceğim, koşup oynayabileceğim, bağıra bağıra şarkı söyleyebileceğim, yaramazlıklar yapıp şımaracağım,, hatta sen balkondan hadi meleğim geç oldu eve gel artik diye arkamdan sesleneceksin anneciğim, bende sana "ama anne biraz daha oynamak istiyorum" diyebileceğim. Bütün bunları seçilmiş olan senin sayende yapacağım çünkü sen çok özel biri olmasaydın Tanrı seni seçmezdi anneciğim.
Her ne yaparsan yap beni toplumdan uzak tutma anneciğim, basta da söylediğim gibi insanların bakışlarına aldırış etme .


İyi haftalar dilerim…

Banu DURGUNLU
01.12.2008

AT İZİ,İT İZİ...

‘Çifte Kavrulmuş Hayat’ köşemin, sürpriz bir konuk yazarı var bu hafta… Sizleri eşim ile baş başa bırakıyorum, ben dinleniyorumJ Kendisine bu güzel yazısı, desteği ve ilgisi için teşekkür ederim ve her zaman beklediğimi de belirtirim :)
AT İZİ, İT İZİ…

Bu gün yani 21.11.2008 günü .çocukluğumu aynı mahallede beraber oyun oynayarak, geçirdiğim, ortaokul ve lise yıllarını ise yan sınıfta olmak üzere aynı dönemde ve aynı sıralarda paylaştığım Ata DEMİRER’ in başrol oynadığı Osmanlı Cumhuriyeti filmini eşimle seyrettik.
Birçok kişinin beklediğinin aksine sadece bir komedi filmi olmadığını açıkça söyleyebilirim. Ancak. politik kaygılar içinde olmadan politik birçok mesaj içeren bir film olduğunu izleyenler görecektir.
Bu filmi de seyrettikten sonra birkaç hafta önce yine eşimle birlikte seyrettiğim Mustafa’yı hatırladım ve karşılaştırma yapma gereği duyuyorum..
Ne yazık ki içeriğini tam olarak bilmedikleri için yararlı olacağını düşündüklerinden. tamamen iyi niyetle, gösterime girdiği ilk gün .eğitim yardımında bulundukları çocuklarla bu filmi izlemeye gitmişlerdi. Filmden sonra yapılan eleştirileri ise eşim acımasızca bulmuştu.Ben ise .henüz seyretmediğim için tepkisiz kaldım.Ancak seyrettikten sonra tepkilerin kısmen haklı olduğunu anladım..
Atatürk’ün insani zaafları, korkuları, çocukluğu, babasız büyümesi gibi şahsi olumsuzluklarını öne çıkarmasını anlayışla karşılayabilirim. Ama burada zat-ı muhtereme bir kaç soruyu da çakarım… Siz hiç daha çocuk yaşta babasız kaldınız mı? Eğitim için çocuk yaşta aylarca ailenizi görememeyi göze alabilir misiniz? Hiç yakınınızda top mermisi patladı mı? Hiç sorumluluğuz altında olan insanlara ölmeyi emrettiniz mi?
Eğer bunlar hakkında bir fikrin yoksa yapılan eleştirilere katlanacaksın arkadaş…
Ama katlanamadığım bir şey varsa tarihin alenen tahrif edilmesi… Özellikle iki konuda açıkça saptırma var.
İlki, Atatürk’ün komünist sempatizanı olarak gösterilmesi. Zira filmde birkaç karede, Atatürk’ ün Anadolu halkından olup komünizme sempati duyan vatandaşlarına Komünist yoldaşlar diye hitap ettiği görülüyor. Bu hitabeti duyan henüz eğitim çağında olan çocuklar ya da bilgi sahibi olmayan insanlar Atatürk’ün komünizm hayranı olduğunu düşünebilirler. Ama Atatürk’ün komünizm karşıtı olduğunu kanıtlayan onlarca sözü olduğunu biraz araştıran herkes bulabilir. Mesela ;

"Bolşeviklere gelince bizim memleketimizde bu doktrinin hiçbir şekilde bir yeri olamaz. Dinimiz adetlerimiz ve aynı zamanda sosyal bünyemiz tamamiyle böyle bir fikrin yerleşmesine müsait değildir. Türkiye'de ne büyük kapitalistler ne de milyonlarca zanaatkar ve işçi vardır. Diğer taraftan zirai bir problemimiz yoktur. Son olarak sosyal bakımdan dini prensiplerimiz bolşevizmi benimsemekten bizi uzak tutmaktadır." (Atatürk'ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri IV. 1917-1938 Ankara 1964 s.78)
Veya; "Komünistliğin memleketimizde değil henüz Rusya'da bile tatbik kabiliyeti hakkında açık kanaatler hasıl olamadığı anlaşılmaktadır. Bununla beraber içerden ve dışardan çeşitli maksatlarla bu akımın memleketimizi içine girmekte olduğu ve buna karşı akla uygun tedbir alınmadığı takdirde milletin pek çok muhtaç olduğu birlik ve sükununu bozan durumların ortaya çıkması da imkan dairesinde görülmüştü. ." (31 Ekim 1920 SD IV s. 360-361 Ali Fuat Cebesoy'a yazdığı mektuptan)

Bu kadar açık belgeler var iken Atatürk’ün komünist yoldaşlar kelimesini söyleme nedenini ise Anadolu halkının ayrışmasını önlemek ve Rusya’nın desteğini almak olduğunu söylememiz gerekir. Bu usta siyaseti anlatmak yerine sadece komünist yoldaşlar hitabını birkaç kez tekrarlayıp, ucunu açık bırakmak hatalıdır…

Diğer kabul edemediğim sahne ise Atatürk ile Vahdettin arasında yapılan görüşme…

Tarih bilimcileri tarafından sadece bir teori hatta tevatür olarak ele alınan bir iddia sanki gerçekmiş olarak gösteriliyor. Bu iddiaya göre Vahdettin ülkeyi kurtarmak için Atatürk’ü Anadolu’ya gönderiyor…
İyi de Türk tarihini temelden değiştiren bu iddia hangi belgeye dayanıyor? Cevap yok…
Ülkeyi kurtarmaya gönderdiği kişi hakkında daha sonra neden ölüm fermanı veriyor? Cevap yok…
Ülkeyi kurtarmaya gönderdiği kişi, zafere ulaştığında neden tası tarağı toplayıp ülkeyi terk ediyor? Cevap yok…
Bunlara cevap vereceğine Can Dündar, eleştiriler acımasız, bir daha tabulara dokunmaya korkar oldum gibi demogojilere sığınıyor…

Peki laik, demokrat, Atatürkçü olduğunu bildiğimiz Can Dündar niye böyle bir belgesele imza attı? Bilemem… İşte burada at izi, it izine karışıyor… Öyle bir devirde yaşıyoruz ki kimin ne olduğu belli değil. Beni en çok işte bu durum şaşırttı.

Gelelim Osmanlı Cumhuriyeti’ne…

Eğer o çok duyduğunuz Amerikan ya da İngiliz mandası veya sömürge valisi kelimelerinin tam karşılığını görmek istiyorsanız bu filme gitmenizi öneririm.

Filmde temel soru şu. Atatürk olmasaydı halimiz nasıl olurdu?
Filmde birkaç abartı haricinde gerçeğe aykırı hiçbir şey göremeyeceksiniz.

Özellikle filmde Türk insanına reva görülen muamelenin aynısının ve hatta daha fazlasının günümüzde Irak halkına uygulandığını düşününce savaşıp kurtulmuş olan bir milletin mensubu olmanın sevincini yaşayacaksınız... Ama diğer yandan aynı muamelenin biraz azaltılmış dozunu günümüzde bize uygulandığını da düşününce içiniz sızlayacak…

Tabi tamamen iç karatıcı bir film değil. İnce espriler çok. Gülme garantisi olan bir film.

Bu kadar bilgi veriyorum. Mutlaka ama mutlaka izlenmesi gereken bir film… Hatta çocuklara izlettirilmesi gereken asıl film bu. Zira insanlar ellerindekinin değerini ancak kaybettikleri zaman anlarlar.
Bu arada tabi film hakkında olumsuz eleştiriler başladı. Yapıcı ve temeli olan eleştirilere saygı duyulur.

Özellikle milli duyguları ajite ediyor şeklinde temelsiz eleştiriler başladı bile… Ama siz o entel eleştirmenlere sakın aldanmayın… Gidin ve seyredin… Özgürlüğün değerini gözlerinizle görün…

*Bu hafta köşesini bana ayırdığı ve konuk yazar olarak yazıma yer verdiği için, eşim Banu Durgunlu’ ya çok teşekkür ederim.

İyi haftalar dilerim…

Mehmet Olcay DURGUNLU
21.11.2008

HASTALIK MEVSİMİ

Malumunuz havalar soğumaya başladı ve biz de ailecek açtık hastalık mevsimini…
Hafta başında, okuldan kızımın rahatsızlandığı haberi gelince, hemen gidip aldım ve eve getirdim. Kuru bir öksürükle birlikte hafif ateş ve iştahsızlık vardı. Artık iyi kötü hastalıklar konusunda deneyim sahibi olmaya başladığımız için, evdeki şuruplardan, burun spreylerinden faydalanıp, odalarının nemlendirilmesi vs. işlemlerine de dikkat edince kısa sürede toparlandı kızım…
İkiz sahibi anne babaların, dolayısı ile ikiz kardeşlerin ortak kaderi bu.(aslında sadece ikizlerle sınırlamak hata elbette, iki kardeş veya tek çocuk, mikrop eve girdimi genelde sırasıyla herkesi hasta edebiliyor)Tam birini iyileştirdim derken diğerinin rahatsızlanmasıyla sonuçlanıyor genelde hastalıklar. Bizde de elbette ki bu durum değişmedi ve kardeşinin akabinde oğlum, ne yazık ki biraz daha ağır geçirdi rahatsızlığını…
Ona da,üst solunum yolları enfeksiyonu teşhisi konuldu ancak, ciğerlere doğru indiği için salgılar, hafif hışıltı duydu doktorumuz ve - bizim tanımız bu olmamakla birlikte- alerjik olma ihtimaline karşılık birde dikkat edilecekler listesi verdi bize. Netice de çok şükür, oğlumda alerjik veya Astım başlangıcı vs. bir şey çıkmadı.

Ama ben, doktorumuz, sn. Bülent Aldemir, tarafından verilen bilgileri, benzer durumları yaşayanlar olabilir belki diyerek, sizlerle de paylaşmak istedim.

Bronşiyolit atakları olan, astım tanısı alan ve/veya tedavi almakta olan çocukların havayollarının doğumsal ya da edinsel bir takım faktörlere bağlı olarak solunum yollarının hassas, alerjik olduğu düşünülür.
Alerjik hastalıklardan korunma, hastalığa sebep olan alerjenlerin hasta çevresinden uzaklaştırılması ve yaşam tarzının kontrolü ile başlar. Bu amaçla polen, küf mantar sporları, toz akarlarından arınmak, besin ve ilaç alerjenlerini saptamak ve onlardan uzak durmak önemlidir.

Lütfen Dikkat Ediniz…

Ev içi ortamın düzenlenmesi ilk koşuldur.
Oda çok iyi havalandırılmalı ve güneş görmelidir.
Nem % 35 - 40 oranında tutulmalıdır. Nem gidericiler, klimalar havalandırmayı arttırarak ev içi nem düzeyini kontrol etmekte yardımcı olurlar.
Yatak odasından halılar ve kumaş eşyalar uzaklaştırılmalıdır.
Yatak odasından ve mümkünse evden peluş oyuncaklar uzaklaştırılmalıdır.
Yatak yorgan ve yastıklar akarlara geçirgen olmayan özel kılıflarla kaplanmalıdır.
Yatak çarşafları en az 15 günde bir 60 derecenin üzerinde yıkanmalı, odalarda kalın perde bulundurulmamalıdır.
Sentetik elyaf yatak, yastık ve yorganlar tercih edilmeli ve ayda 1 kez 60 derecede yıkanılmalıdır.
Kuş tüyü ve yün yastık yorganlar kullanılmamalıdır.
HEPA filtresi içeren elektrik süpürgeleri kullanılmalıdır. Pahalı olan bu süpürgelerin özelliği emdiği tozu dışarı bırakmamasıdır.
Polenler en fazla sabahın erken saatlerinde havada bulunmakta ve uçuşmaktadır, polen alerjisi olan hastaların, polen mevsiminde(Nisan-Mayıs-Haziran)gece yarısından sabaha kadar kapı ve pencereleri kapalı tutulmalıdır.
Polen alerjisi olanlarda ev dışı aktiviteler azaltılmalı, piknik kısıtlanmalı, eve girdiklerinde giysileri değiştirilmelidir.
Hamam böcekleri ile mücadele edilmelidir. Bu amaçla mutfakta bütün gıdaların kapağı sıkıca kapatılmalı, kirli bulaşık bırakılmamalı, çöplerin ağızları sıkıca kapatılmalıdır.
Bodrum, banyo, evin karanlık nemli bölgeleri mantar gelişimi için çok uygun yerlerdir. Bu bölgeler su-çamaşır suyu ile temizlenmelidir.
Mantar sporlarının üremesine katkıda bulunduğundan mümkünse ev içinde çiçek bulundurulmamalıdır.
Plastik oyuncaklar tercih edilmeli ve haftada bir kez mutlaka yıkanmalıdır.
Gereksiz buhar uygulamaları yapılmamalıdır.
Evcil hayvanlar( kedi, köpek, kuş)evden uzaklaştırılmalı, odasına sokulmamalıdır.
Evde sigara içilmemelidir.
Toz, parfüm, boya, duman gibi etkenlerden kaçınılmalıdır.
Viral enfeksiyonlar, hışıltı ataklarını başlatabileceğinden özellikle kışın kalabalık ve kapalı ortamlara girilmemelidir.
Solunum yolu enfeksiyonu olan hastalardan uzak durulmalıdır.
Sık hışıltısı olan çocuklara her yıl grip aşısı yapılmalıdır.

Ev tozu akarları çıplak gözle görülemeyen canlılardır. En çok yatak, yorgan, yastık, battaniye, halı, perde, kumaş mobilya ve yatak örtülerinde bulunmaktadır. Dökülen insan epiteline ihtiyaçları olduğu için ev içinde yaşamaktadır. Özellikle sıcak ve rutubetli iklimlerde(özellikle %60 ve üzeri nem oranında)yaşama olasılığı çok fazladır.

Polen(çiçek tozu),bitkilerin genetik bilgilerini taşıyan erkek üreme tanecikleridir.

Alerjik polenler havada uzun süre kalabilir ve rüzgarla çok uzak mesafelere taşınabilir, evlerin içine kadar girebilirler.

Mantarlar en hızlı büyüyen ve çoğalan canlılardır. Küf mantar sporları polenlerin aksine hem çok miktarda spor havaya yayarlar hem de kışın karla örtülü günler dışında bütün sene boyunca çevremizde bulunurlar.


Hepinize sağlıklı ve mutlu bir hafta dilerim.

Banu DURGUNLU

17.11.2008

10 KASIM

Bugün, 10 Kasım, Atatürk'ümüzün ölüm yıldönümü…
Çocukluğumun 10 Kasımları geliyor gözümün önüne…
Okulda yaptığımız törenler, okuduğumuz şiirler, ellerimizde çiçekler… Kasımpatılar…
Yani, Atatürk’ün en sevdiği çiçek… Tam da 10 Kasımda… Kasımpatı…

Saat dokuzu beş geçe, saygı duruşumuza eşlik eden ilk siren sesi, mahallemizin karakolundan yükselirdi. Caddelerde, arabaların korna sesleri…
Ardından en hislisinden konuşmalar, şiirler...

Sonra günler, aylar, yıllar geçti… Büyüdüm, evlendim, anne oldum…
Şimdi benim çocuklarımın dilinde, yüce Atam ve Atatürk şiirleri…
O minicik bedenlerden, o küçücük kalplerden taşıyor, dile geliyor Atatürk sevgisi…
Bir şarkı öğrenmişler okulda, onu söylüyorlar durmadan 10 Kasımla ilgili…
Gözlerinde bir garip hüzün, sanki en sevdikleri oyuncakları kırılmış gibi…

10 Kasım, 10 Kasım
10 Kasım benim en büyük yasım…
Sen yüreğimde, sen damarımda
Sonsuzluğa akan kansın
Yurdumu kurtaran
Türklüğe can katan
Özgürlüğü yaratansın.

Gurur duydum halleriyle… Umut doldu içim…
Son günlerde güzel ülkemde yaşananlara, Atamı unutturmaya çalışanlara, unutanlara inat…
Umarım dedim, umarım uzun yıllar sonra, benim çocuklarımın çocukları da, aynı coşkuyla severler Atatürk’ü ve aynı hüzünle karşılarlar 10 Kasımı…
Ve umarım ki... Sahip çıkarlar Cumhuriyete, Atatürk’e…
Neyi ve kimi kaybettiklerinin gerçekten farkında olarak...
Ölen bedendir çünkü ‘ ölmez olan ise, onun büyük eseri, Cumhuriyet Türkiye’sidir.’


……………………………………


10 KASIM 1938 – SAAT 09:05 Atatürk’ün ebediyete intikal edişi Türk Halkına şöyle duyuruluyordu; Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin resmi tebliğidir:“Müdavi ve müşavir tabiplerin neşredilen son raporu, Atatürk’ün dünyaya gözlerini kapadığını bildirmektedir.Bu acı hadise ile Türk vatanı büyük yapıcısını, Türk milleti ulu şefini, insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize, içimiz yanarak, bu tarife sığmayan ziya’dan dolayı en derin taziyelerimizi sunarız.Kederlerimizin tesellisini ancak ve ancak O’nun büyük eserine bağlılıkta ve aziz vatanımızın hizmetinde ararız. Şurasını da her şeyden evvel beyan etmeliyiz ki, ölmez olan, onun büyük eseri, Cumhuriyet Türkiye’sidir. Hükümetimiz, içinde bulunduğumuz bu mühim anda, bugüne kadar olduğu gibi dikkatle vazife başındadır. Müesses olan nizam ve idame hususunu, büyük Türk milletinin hükümetiyle tek vücut olarak teyit ve temin edeceğine şüphe yoktur.Teşkilat-ı Esasiye Kanununun 33. maddesi mucibince Büyük Millet Meclisi derhal yeni reisicumhuru intihap edecektir. Türkiye’nin en büyük makamına, Teşkilat-ı Esasiye Kanununa göre geçecek zatın etrafında hükümetiyle, şanlı ordusuyla ve bütün kuvvetleriyle Türk Milleti sarsılmaz bir varlık olarak toplanacak ve yükselmesine devam edecektir.Bugün ayrılığına ağladığımız büyük şefimiz Atatürk, her vakit Türk Milletine güvendi. Eserlerini bu güvenle yaptı. İdamesi esbabını da istikmal ederek güvenle büyük milletimize bıraktı. Ebedi Türk Milleti onun eserlerini ebediyetle yaşatacaktır. Türk gençliği onun kıymetli vediası olan Türkiye Cumhuriyetini daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir.Kemal Atatürk, Türk’ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır.”


İyi haftalar dilerim…

Banu DURGUNLU
10.11.2008