13 Mayıs 2008 Salı

'ÖZGÜR' RUHUM...

Yaşama amacı olmalı insanın... Yaşamının bir anlamı... Hani grup Gün doğarken’ in bir şarkısındaki gibi...

Yaşamın bir anlamı olmalı... Senden başka benden başka... Sana görünmeli, bende olmalı...’

Nedir yaşamak? Veya nasıldır?

Nasıl geçirir insan saatlerini, günlerini, yıllarını...? Ömrünü...?

Doğup büyür insan... Hem bedenen gelişir, hem ruhen...

Bedeni besleyip doyurmak, büyütmek mümkündür de... Ya ruhun gelişimi ? İç huzuru? Manevi
zenginliği ?

‘ Ruhunun güzelliği yüzüne yansımış’ derler...

Derler de, karşısında görüp takdir ettiği o ‘Özgür’ ruh gibi olmak için neler yapar insanlar hiç düşünmezler...

Öncelikle güler yüz ve tatlı dil yaraşır bu ruhlara...

Sonra; genç, yaşlı, çocuk, büyük, fakir, zengin demeden elinden geldiğince herkesin yardımına koşmak yaraşır...

Ve tabii ki bunu da; kendisi gibi hisseden ve düşünen, dostları ile birlikte yapmak yaraşır...:)

Ben de bugün; bir kere daha doyurdum ruhumun açlığını... Bir kere daha büyüttüm içimdeki mutluluk katsayısını...

Kaç aydır, büyük bir özenle ve özveri ile topladık DAĞAKÇA KÖYÜ için olan yardımlarımızı...

Bir zamanlar kendimiz veya çocuğumuz için, çok yakışacağını ve sevineceğini düşünerek aldığımız kıyafet, ayakkabı ve kitapların, bir başkasının ve bir başka çocuğun sevinci olabileceğini gördük bugün...

Aşağıda sizlerle de paylaşmak istediğim; bu güzel güne ait birkaç fotoğraf var... Bakın ve yüzlerdeki sevince ve mutluluğa sizde ortak olun....

Kim bilir belki sizlerde, bu güzel organizasyonlara katılmak ve başkaları içinde bir şeyler yapmanın ve sonucunda o yüzlerde oluşan mutluluğun verdiği hazzı yaşamak istersiniz...

Son söz ; Ruhunuzu ‘ÖZGÜR’ bırakın... O doğru yolu bulur... :)


İyi haftalar dilerim...

ÇÜNKÜ SENİN İÇİN...

Senin için kuvvetli olmalıyım... Dayanmalıyım...
Yolumu seçmeliyim ben... Sana örnek olmalıyım...
Gururun, sevincin, güvencen olmalıyım...

Hiç kimse kırmasın kalbini, soldurmasın o güzel yüzünü...
Sana sonsuz mutluluğu ben sağlamalıyım...

Sen daha çok gençsin, çok küçüksün ...
Seni korumalıyım... Kimden, kimlerden?..
Belki de önce kendimden...
Sana olan sonsuz sevgimin deliliğinden...

Senin için... Bazen çocukta olmalıyım ben...
Oyunlarına ortak, resimlerine, boyalarına...
Seninle yeniden emeklemeli, yürümeliyim...
Kelimelerin en saf halini, seninle yeniden öğrenmeliyim...

Seninle yeniden okula gitmeliyim ben...
Yeniden ergenliğimi, genç kızlığımı,(delikanlılığımı) yaşamalıyım.
Ve hatta yeniden seninle aşık olmalıyım...
Geçen yıllara, yaşıma başıma bakmadan....

Yolunu seçerken yol gösteren, ama seçimleri sana bırakabilen...
Her zaman destekçin...Yapabilirsin, başarabilirisin diyen...
Bir yaşam sunmuştum... Doğurmuştum ya seni...
O zamandan beri, gönüllü yaşam koçunum zaten senin ben.

En güzel dansımı senin düğününde yapmalıyım...
Mutluluktan sarhoş olmalıyım, senin mutluluğunu görünce...

Ve sende mutlaka... Anne veya baba olmalısın...
Gerçek mutluluğun, karşılıksız bir öpücük veya sarılış olduğunu anlamalısın…

Sen görmeden ağlamalıyım...
Yüzümde sonsuz bir gülümseme... Sen beni hep böyle hatırla diye...

Ve ben sana asla elveda dememeliyim...
Sen görmeden, çekilmeliyim bu hayattan....
Ağlamadan, yıkılmadan, sana bu sonsuz acıyı yaşatmadan...

Çünkü senin için....Her şey senin için.


Hepinize iyi haftalar dilerim...

28.04.2008

BİZ KAÇ KİŞİYİZ ?

Kadınlar büyütür çocukları... Geleceği... Ve yine kadınlar geliştirir o küçücük beyinlerin içindeki fikirleri...

Çünkü doğduğu günden beri ne yapması ve nasıl davranması konusunda eğitilen??? Kadın... Bir süre sonra, kendi bilgilerini çocuğuna aktarmaya hazır hale gelir...

İşte kaç gündür aklımda bu konu var... Var da... Nasıl başlayacağıma dair kafamda da sorular...
Konumuz Eğitimli kadın... Ama öyle sandığınız gibi normal eğitim-öğretimden bahsetmiyorum ben...

Dişi cinsiyetteki her kişinin, kendisini ve kendinden sonra gelecek dişi nesilleri uyarması ve onlara doğru davranış taktiklerini öğretmesi için gereken bir eğitim benim anlatmak istediğim...

Şöyle ki;

Önce : Eş, anne, kız kardeş veya komşu teyze (fark etmez) alınır...

Sonra: Hayatlarındaki erkeklerin ( eş-oğul-baba vs.) nasıl olduğu ? Ve onların aslında nasıl
olmalarını istedikleri sorgulanır... Ev işlerine yardımcı, şefkatli, anlayışlı, paylaşımcı,
saygılı, sevgi dolu, duyarlı vs.vs.vs.

Burada amaç; Günlük hayatta çoğu kez farkına bile varmadan yaptığımız söylem ve davranışların bizim, eşimizin ve çocuklarımızın yaşamına yaptığı yanlış etkileri fark etmektir...
İşte aşağıda anlatılmak istenen de, bu kısır döngüyü kırmak için yapılan ümitsizce bir çabadır...L

Şimdi bir sorgulama yapalım;

Baba evi...

Kaçımız ? Sağlıklı normal bir genç kız olduğumuzun işareti sayılan Regl halinde, evdeki erkek kardeş veya babadan gizlice, anne ile banyoya kapanıp hem telaşlı, hem mutlu bu olayı aralarında yaşadı? ( Sünnet düğünleri cümle aleme duyurulup, birde üstüne göbek atılır iken ?)

Kaçımız ? Erkek kardeşleri, kız arkadaşlarını gururla anlatır ve ilişkilerini gönül rahatlığı ve baba desteği ile yaşar iken... Rahibe Teresa kıvamında ortalıkta dolaştık ?

Koca evi...

Kaçımız? Evliliğimiz boyunca, eşimizi yapması gereken işleri yapmadığı için uyarıp, karşılığını aldık..? Belki bir iki hatırlatma... Deneme, değiştirme çabası ama boşa çıkan emekler...

Kaçımız ? Sadece evin erkeği olan! babası veya kocası seviyor diye oturup saatlerce maç seyretti veya kumanda hükümdarlığına boyun eğdi ?

Kaçımız ? Başka bir şehirdeki ailesine veya yine başka bir şehre gezmeye gideceğim dediğinde... Kocasının gitmesine izin vermemesini ve üstelik bunu sizi düşündüğü için yaptığı açıklamasını duyunca içinden ‘ Ay canım beni seviyor ve kıskanıyor ’ anlamını çıkartacak kadar ümitsiz ?

Kaçımız ? Ne zamandır en sevdiği yemeği, eşi sevmediği için pişirmiyor?

Kaçımız ? Özel günlerde ( Evlilik yıldönümü,doğum günü vs.) alınmış gülleri kurutup, hatta yaprakları dökülüp, kararıp, kötü görünseler bile ‘Eşim benim için almıştı’ diyerek evimizin bir köşesinde saklıyoruz ? Tamam jest güzelde, kurutup saklamak yerine, arada yine tazeleri gelse...

Ve yine kaçımız ? Kadirizmin doruklarındaki Kadir İnanır ’dan duyarken çoğunlukla güldüğümüz ‘ Evimim kadını, çocuklarımın anası olacaksın ’ cümlesini, evlenme teklifi alırken veya beklerken, dünyanın en romantik cümlesi gibi algılarız ?

Şimdi biz böyle davranır iken...

Yapılan her harekette, Pollyanna misali iyi niyet çabaları arar iken...

Bu davranışlara ve uygulamalara sesini çıkarmayan, hali hazırda sessiz sakin bir eş, sevgili veya anne iken...

Kaç koca , sevgili veya baba ( kısaca erkek ) bu durumdan şikayet eder ve kendini değiştirir ?

Ve bu davranış ve hareketleri izleyip büyüyen çocuklarımızdan, eş veya anne baba olduklarında farklı davranışları nasıl bekleriz ?

Lütfen söyler misiniz... Biz kaç kişiyiz ???????


İyi haftalar diliyorum...

18.04.08

BÜYÜMEK !

Çabuk kırılıyorum...Resmen dağılıyorum...
Çok çabuk indiriyorum çevremde oluşturduğum kalkanlarımı....
Anında elim ayağım boşalıyor, kalbim kırılıyor...

İçimde bir yerlerde dünyalar yıkılıyor...
Göz ardı edemiyorum emeğimi, verdiklerimi...
Bu kadar duyarsız kalışlara, umursamazlıklara dayanamıyorum.

Unutmak affetmek istiyorum... Kendimi büyütmek...
Affetmek büyüklüktür derler ya hani.

Ancak affedersem içimden atabilirim belki şu koca yumruğu...
O yumruk ki günler ve gecelerce, her nefes alış verişimde...
Mideme sancılar girmesinin tek nedeni.

Yazarken ağladığım bu satırlar kadar değeri var mı yaşadıklarımın?
Yapılan iyiliklerin, karşılıksız verişlerin...
Demek ki yokmuş... En azından onların ve onun gözünde...

Peki ben neden bu kadar acı çekiyorum? Neden acıyor canım böyle?
İnsanın canını en çok değer verip sevdikleri acıtıyormuş meğer...
Bir kerede yanlış çıksa şu veciz sözler...

Bu hayatta hala ve hala... İnatla... Belki de kendi salaklığımdan!... Öğrenemedim ben...
O kadar kolay ki içimdekileri yüzüme gülüp iki tatlı söz söyleyene göstermem...

‘Cehenneme giden yollar iyi niyet taşları ile döşelidir’ sözünü hatırlatıyorum kendime..
Bu kaçıncı aldanışın, aldatılışın... Uyan artık kendine gel büyü diye!

Demek ki yaş almakla bir ilgisi yokmuş büyümenin...
Çalışmak, evlenmek, hatta anne olmakla da ilgisi yokmuş...
Önemli olan yürekmiş meğer...
Ne kadar safsa yüreğiniz... Ne kadar çocuksa hala...
O derece yaralanırmışsınız şu hayatta.

İnsan insanın değil, kadın kadının kurduymuş meğer..
Çok değil birkaç ay öncesinde yüze gülüp parlayan o gözler...
Şimdi kalkık bir kaşın altında, gereksiz bir kibirle ve gülerek bakıyorlar bana.
Ama o sahte gülüşlerin ardındaki bakışı da görebiliyorum ben.

Oysa bilse o gözler... Benim istediğim sadece ve sadece...
Mutluluğumu, sevincimi ve hüznümü paylaşabileceğim bir dosttu.
Hiç sahip olamadığım kız kardeşim gibi... Artık yanımda olmayan melek annem gibi...

Sorgusuz, sualsiz, hesapsız kitapsız bir ilişki...
Birinin eşi... Birilerinin annesi... Veya bir akraba olduğum için değil...

Sadece ben olduğum için... Soyut, öz, düz, basit... Sadece ben!
Belki de ‘sadece ben’ olduğum için olmuyor... Başaramıyorum...

Unutmak affetmek istiyorum...Kendimi büyütmek...
Affetmek büyüklüktür derler ya hani...
Meğer ne kadar zormuş... Gerçekten büyümek...???

İyi haftalar diliyorum...

12.04.2008

AÇ GÖZLÜ

Bir hayat yaşıyorum bende herkes gibi???... Mi acaba???

Sabah uyandım, boğazımda hafif bir acı... Bir de nezle başlamış, maşallah nereden geldiği belli olamayan sonsuz bir akıntı... Peçeteler kar etmedi bir rulo tuvalet kağıdı ile geziyorum.

Ev ahalisi okula, işe dağıldı... Geride, ‘az önce biz buradaydık bizi unutma sakın!’ diyerek bıraktıkları bin bir çeşit eşya?...

Mutfaktaki çekmecelerden çıkartılmış boy boy tencereler tavalar, plastik kaplar... Ve tabii ki yerlerde çeşit çeşit bisküvi ve ekmek kırıntıları, simit susamları, üzerlerine basıp çarpılmayalım diye her an elinde şarjlı el süpürgesi ile iki büklüm gezen ben...

Hastalıktan ve her Allah’ın günü, evimde oluşan, odaların hepsinin ayrı telden çaldığı, dağınık görüntünün de etkisi ile olsa gerek, daha bir halsiz hissediyorum kendimi...

Sonra, usta bir manevra ile hiçbir oyuncak arabanın üzerine basmadan veya sokak kapısının önüne kadar getirilmiş battaniye, bebek ve yastıklara takılmadan kendime bir yol açıyor ve oturup yazacak yer buluyorum.

Bir müddet bekliyorum... Hatta küçükken yaptığım gibi gözlerimi kapatıp içimden tekrarlıyorum...
‘ Gözümü açtığımda; dağınıklık toplansın, ev temizlensin, çamaşırlar yıkansın asılsın, ütülensin... Yemekler pişsin, hala inat ile evde yemek yemeyen oğlumun kurabiyeleri de pişsin... Ve hatta babama götüreceğim yemekler de bir zahmet... Marketten ve kuru temizlemeden alınacaklar ben gitmeden eve gelsin, bir de üstüne saçlarım fönlensin?... Hep özendiğim ama bir türlü yapamadığım çat kapı çıkacak gibi, süslü ve hazır halimle evimde sadece keyif için oturabileyim.’
Daha çok beklersin !! diye bir ses mi duyuyorum?...Yoksa başımın, boğazımın ve tüm vücudumun ağrısından halüsinasyon mu görüyorum?... Bilmiyorum.

Sonra her ne kadar cansız varlıklar da olsalar, elimin altında ve yakınımda onlar olduğu için bir güzel eşyalara sövüp sayıyorum... Tamam, bir bayana yakışmaz belki ama acayip iyi geliyor, ayrıca da tavsiye ediyorum :)

Yaşamamız için gerekli olan! Kıyafet, ayakkabı, koltuk, yatak, yorgan, çatal, kaşık, televizyon, oyuncak, vs.vs.vs... Gerçekten ihtiyacımız var mı bütün bu eşyalara? Sadece ihtiyaçtan mı alınmıştı dolaplarda asılı duran onlarca kıyafet, ayakkabı ve çanta? Böyle düşünüyorum zira şu an sadece potansiyel dağınıklık nedeni olarak görüyorum hepsini.

Kendimizi hapsettiğimiz ve adına ev dediğimiz bölmeli büyük odalarda birikiyor da birikiyor eşyalar...

Sonra gelsin dağınıklık ve bu dağınıklığı toplayacağım diye aslında ‘kendini dağıtan’ kadınlar...

Gelsin çok fazla eşya ve oyuncağı olduğu için kıymet bilmeyen çocuklar...

Haftanın beş günü çalışan evin beyinin düzinelerce gömleği, kravatı, ayakkabısı...

İkizlerime; ‘ay bu da kızıma veya oğluma çok yakışır veya nasılda sevinir ve oynarlar’ diyerek aldığım veya aldığımız dolaplar dolusu kıyafet ve oyuncak.

Tüm kadınlar gibi süslenmek ve güzel görünmek arzusu ile aldığım bir dünya kıyafetim... Şu an çalışmasam da, iş hayatı günlerinden kalan eski bir alışkanlıkla aldığım etek-ceket takımlar!!!

Eş dost ile de aynı konuda konuşuyorum... Anlıyorum ki herkesin problemi bu gereksiz alış verişler...

Ruhlarımızda ki açlığı mı doyurmaya çalışıyoruz, yoksa gözümüzü mü? Bilmiyorum…

Ne olacak sonumuz böyle? Al, tüket, yok et!

Sonra; 30 yıldır giydiği kırmızı süveteri, yakası çevrilmiş eski gömleklerinin içinde kendinden gayet emin duruşu ve yüzüne yansıyan huzur dolu ‘ ben bunları aştım’ bakışı ile Tema vakfı başkanı Hayrettin Karaca’nın bir lafı geliyor aklıma;

‘Dünyada tüm insanları doyuracak kadar yiyecek var ama gözü aç olanları doyuracak hiçbir şey yok.’

Gözümüzde aç değil ama, öyle bir zamanda yaşıyoruz ki farkına bile varmadan hepimiz bazen birer alışveriş canavarına dönüşebiliyoruz diye düşünür iken...

Birden aklıma geliyor... Heyecanlanıp,seviniyorum...

Hemen üstüme bir şeyler geçirip dışarı atıyorum kendimi...

Ve aşkımın doğum günü için, alış veriş yapıp...

Bir kaç saat önce kızıp sevimsiz laflar ettiğim gömleklerine bir yenisini daha ekliyorum ???


İyi haftalar diliyorum.
06.04.2008

Aşkıma ; Hayatımın anlamı, sevdiğim, bir tanem, canım kocam...
İyi ki doğmuşsun... İyi ki benim eşim ve çocuklarımın babası olmuşsun...
Doğum günün kutlu olsun.