10 Kasım 2008 Pazartesi

İNSAN NE İÇİN YAŞAR?

İnsan ne için yaşar?
Her sabah yeni güne uyanıp, ‘bugünde açtık gözümüzü’ diye şükretmek midir hayat?
Başkalarının acılarına, üzüntülerine, kalp kırıklıklarına, kulak tıkayıp…
Kendi hayal dünyasında, kendi cennetinde mi yaşamalıdır insan?

İnsan ne için yaşar?
Her akşam evine geldiğinde, sadece huzur değil midir aradığı?
Sevdiğinin, çocuklarının gözlerindeki sevgi ve mutluluk, yetmez mi insana bir ömür?
Hep daha mı fazlasını ister? Ve bu uğurda mı harcar bütün yaşananları?

İnsan ne için yaşar?
Nefret midir onu yaşatan? Yoksa kin mi?
Bin kere idam eder zihninde, çarpar, böler, çıkarır, toplar…
Kendi hayatından verir usulca, farkında olmadan kendine ettiği zararın…

İnsan ne için yaşar?
Bir dost sarılışı, bir çift tatlı söz, bir sıcacık dokunuş değil midir aradığı?
Hiç okunmamış, ama kitaplıkta güzel duran kitaplar misali…
Tanımadığı kişilerle, sanal arkadaş listelerini çoğaltırken…
Kendini kandırmaz mı yine insan? Sayılara bağlarken dostluklarının kalıcılığını…

İnsan ne için yaşar?
Uyumak, uyanmak, yemek, içmek, gezmek, sevmek, sevişmek midir hayat?
Birbirine benzeyen günler arasında, hayatı, işi gücü ile uğraşmak yerine…
Kaybettiği ortamlarda, hala! kendine yer edinmeye çalışmak mıdır mesela?

İnsan ne için yaşar?
O son toplantıda ‘çok iyi insandı rahmetli’ yi duymak için mi çabalar ömrü boyunca?
Yoksa, en yakınlarını bile hiçe sayıp, gerçek yüzünü, çirkefliğini mi sergiler boylu boyunca…
Zaten, ‘iyi insandı’ diye anılmak için önce ‘insan’ olmak gerekmez mi kanımca?

İnsan ne için yaşar?
Biraz bu dünya, biraz öteki dünya için…

Ve öteki dünyaya kalmaz hesaplar çoğu zaman…

------------------------------------

Yaşadıklarım, ya da yaşamadıklarım…
Yaptıklarım, ya da yapmadıklarım…
Bana yapılanlar, ya da yapılmayanlar...
Acılarım, incinmelerim, korkularım, kızgınlıklarım, hazlarım…
Mutluluğum, sonsuz şükrüm, eşim, çocuklarım...
Kaderse yaşananlar ve doğmadan yazılmışsa alnımıza…
Her işte bir hayır vardır deyip, bunu da kucaklarım…


İyi haftalar dilerim…

Banu DURGUNLU
03.11.2008

CUMHURİYET

29 EKİM 1923 yılında TBMM’si CUMHURİYET’ i ilan etmiştir. O günden bu yana, bu tarih ülkemizde resmi bayram olarak kutlanmaktadır…
Bizler de ‘Bursalı Anneler’ olarak bugünü bize… Biz, Cumhuriyet Kadınlarına yaraşır bir şekilde, meydanlarda elimizde Ay yıldızlı bayraklar ve ulu önder Atatürk’ün fotoğrafları ile eşimiz, oğlumuz, kızımız ile birlikte büyük bir heves ve coşku ile kutlayacağız… Daha bebeklikten, çocukluktan bu sevgiyi, bu ruhu vermek için onlara… Yarınlarımız için… Türkiye için… Vatanımız için…

Yakışır bize aydınlıklarSende söyle bunu kendineDüzelir bütün yanlışlıklarYürüyelim ArkadaşlarBizim için savaşanlar Çok çalışanlarBizden zafer bekliyorlarBayrak bizde sıra bizde arkadaşlarHepimizin bu topraklarKöylüsü şehirlisiİşçisi efendisi ellele veririz elbetİşte cumhuriyet işte medeniyetHakkını veririz elbetTürkiye için vatanımız içinHep beraber çalışacağızBayrağımız için geleceğimiz için Hep beraber başaracağızTürkiye için vatanımız içinHep beraber çalışacağızÇocuklarımız için geleceğimiz için Hep beraber başaracağızDuman tüter köyün bacalarındanKudret yağar şehireİzindeyiz atam sen merak etmeBüyüyor yeni Türkiye


Yüreğinde sonsuz vatan, millet, cumhuriyet sevgisi taşıyanlar… Cumhuriyetine sahip çıkanlar…
Sizleri de bekleriz…
Unutmayalım ki; CUMHURİYET… Yurttaşların seçme ve seçilme hakkının olduğu bir yönetimdir. Ulus temsilcilerinin kabul ettiği yasalarla ülkenin yönetilmesidir. Cumhuriyet yönetiminde söz ulusundur…
Cumhuriyeti korumak, kollamak, yaşatmak her Türk vatandaşının ödevidir.

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN….

İyi haftalar dilerim

Banu DURGUNLU
27 EKİM 2008

30 Ekim 2008 Perşembe

ÇİÇEK KIZ

Canlar gitti… Canlar yitti…
Sonra, Aktütün’de, kendi küçük, ama yüreği büyük bir ÇİÇEK bitti…

Okumak istiyorum, dedi…
Çocuk olmak bizim de hakkımız, dedi…
Biz de mutlu olmak istiyoruz, dedi…
Biz de başarılı olmak istiyoruz, dedi…
Diğer çocuklar gibi, insan olmak istiyoruz, dedi…

Bir uçaksavar mermisini eline alıp…
Bunu değil, kalem tutmak istiyoruz, dedi…
Okulumuzu istiyoruz, dedi…
Okulunuz neden kapalı? Diye sordular…
O küçük bedenli, büyük yürekli ÇİÇEK kız…
Atatürk olsaydı okulumuz kapanmazdı? Dedi.

Önce, ÇİÇEK kız konuştu… Sonra başkaları…
En sonra da, binlerce ÇİÇEK’ ten sorumlu olanlar konuştu…
Ama onların söylediği; gel sana, kıyafet, defter, kitap verelim, sen sus oldu…

O kocaman güzel gözlere, o kırmızı al yanaklara bakarken…
Ah deli kızım dedim içimden…
Ah cesur kızım… Bahtın açık, şansın bol olsun…
Çünkü öyle bir coğrafyada ve zor şartlarda yaşıyorsun…

Karlı dağların ardında biri yaşarmış
Bulut olur yağmur olur
Bize bakarmış
Hem yakın hem uzakmış
Yanakları al almış
Deli kızım uyan
Söylenenler yalan


O küçük bedenli, büyük yürekli kız konuştu…
Milyonlarca büyük bedenli, ama küçük yürekli sustu!

Oysa zor zamanların insanlarıydık biz…
Bizim kültürümüzde imece vardı, yardımlaşma vardı…
Komşusu açken, tok yatan… Eşi, dostu, akrabası zordayken, rahat yaşayan…
Bizden sayılmazdı…

Hele vatansa... Ve o vatanın evlatlarıysa, söz konusu olan
Kim tutardı bizi? …
Yoktan var eder, gerekirse kendimizin, çocuğumuzun rızkından keser…
Yeterdik bir şekilde… Yetişirdi elimiz kolumuz o uzak denilen yerlere.

Şimdi? L

Yine olur elbet… Yeter ki istesin insanlar…
Yeter ki hatırlasınlar, o sözleri ve o kocaman masum gözleri
İnanıyorum ben ve benim hala ümidim var…

İyi haftalar dilerim…

Banu DURGUNLU
13.10.2008
*****"Bir çocuk değişir, Türkiye değişir." Kampanyası'na destek olmak için;
TEGV' e SMS yoluyla bağış yapmak isterseniz, cep telefonunuzun kısa mesaj özelliğinden faydalanarak,
EGITIM yazıp 3353'e kısa mesaj göndererek Eğitim Gönüllüleri'ne 10 YTL bağışta bulunabilirsiniz

12 Ekim 2008 Pazar

ACI ve TATLI

Yola çıktık… Yol aldık… Kara, deniz, hava, her türlü aracı kullandık…
Vardık tatil mekanına… Şöyle temiz, derin bir nefes çektik ciğerlerimize bol oksijenli.
Deniz kokusuna kattık, hanım elini, yasemini, gülü… Çiçeklerin o baygın kokusunda kalmak istedik hep…
İlk birkaç gün, bırakmak istedik her şeyi, işi gücü, evi yeri, belki herkesi…
Yerleşmek gerek dedik bu huzura, satmak gerek malı mülkü, karışmak organik domatese, marula, toprağ :)
Bayram günü geldi sonra… Turistlerle dolu iken çevremiz ve onlar bilmezlerken bayramı, seyranı…
Özledik evimizi, buruldu içimiz…
Dostlar, akrabalar aradı sonra, uzaklardan da olsa seslerini duyduk, mutlu olduk… Arandık, sorulduk… Kutladık, kutlandık
Gezdik, gördük… Son demler bunlar dedik, bol bol yüzdük
Ne gazete? Ne televizyon? Ne internet? Ne laf? Ne söz? Duyduk…
Kafamızı boşalttık, kalbimizi ferahlattık, taze, temiz şarj olduk döndük.
Döndük ve gördük?
15 Vatan evladı, yitip gitmiş yine cennete… Ateş düştüğü yeri yakmış:(
Beylik laflar edilmiş, toplantılar yapılmış… Ama doğmamış bebeler, babalarına kavuşamamış :(
Dünya krize girmiş, bizimkiler tam da Türk işi bir şekilde ‘ Bize bir şey olmaz?’ demiş :(
Bir baba, anne acısını unutturmaya çalıştığı dünya güzeli üç çocuğu ile terki diyar etmiş :(
Bayram da yollar kan revan olmuş, şimdi o evlerde bayrama lanet edilmiş :(
Mesaj kaygılı cümleler, büyük harflerle devam etmiş :(

Ama hayat böyleymiş…
Tatlı olmayınca acı… Acı olmayınca tatlının değeri bilinmezmiş…
Ve her kişinin hayatına…
İyiler kadar kötüler… Ve iyi olaylar kadar, kötü olaylarda gerekliymiş…
Nihayetinde, bir bayram böyle geçmiş, gitmiş…

İyi haftalar dilerim…
Banu Durgunlu

KAÇMAK

Bu sabah, bir mesaj geldi cep telefonuma… Sezen aksu’nun ‘Şen şarkı’ sından birkaç satır… ‘Aşkım, günaydın de yeni güne… Yay gibi gerginsin çözül biraz…Bitmez dünyanın derdi ertele… Kurmanın hiç bir faydası yok, relax’ J Anlamıştı tabii ki beni, çözmüştü artık her halimi, hareketimi… Birlikte geçen yıllar boşa geçmemişti belli ki… J Güldüm, mutlu oldum, huzur buldum… Oysa 5 dakika öncesinde klavyenin başına oturmuş, bu hafta ne yazayım diye düşünürken, aklımda tek bir kelime vardı oda KAÇMAK… Öyle bunalmıştım ki… Öyle kalbimi kırmışlardı ki… Öyle yanılmıştım ki… L Uzaklaşmak istiyordum sadece… Bıraksın istiyordum peşimi, yüreğinin kabuğunda yaşayanlar… Kaçmaktı kelimem ve birden oldu olanlar… Kelimelerin oyununa kaptırdım kendimi, art arda geliverdi, kaçarken yapılanlar… Hafif melankolik, dertli bir yazı çıkar diye bekliyordum ama… Dedim ya, mesajla gelen o birkaç satır moralimi düzeltmeye yetti benim J O yüzden, bir de yorum yaptım bazı kelimelerin yanına hafiften J Yine de önceden belirteyim… Biraz uzun oldu seçtiklerim… Yazının sonuna doğru, bitirmeden KAÇMAK isteyebilirsiniz… Sonra ‘demedi’ demeyin J

Polisten kaçmak ( Allah düşürmesinJ )

Okuldan kaçmak ( Hepimiz yaptık)

Yaşamdan kaçmak ( dipteyim, sondayım, depresyondayım)

Askerden kaçmak ( ? )

Erkekliğin % 90 ı kaçmak? ( J )

Rüyada kovalanırken kaçmak ( çok olur bana )

Kendinden kaçmak

Gerçeklerden kaçmak (Ölüm acısını yaşayınca yaptım)

Haramdan kaçmak ( inşallah hepimiz)

Görevden kaçmak ( Türk Öğün Çalış Güven ? )

Kocaya kaçmak ( Her genç kızın rüyası :P )

Zile basıp kaçmak ( Hepimiz çocuk olduk J )

Tünel kazıp kaçmak ( L )

Duygularından kaçmak

Gazı kaçmak (kola)

Köpekten kaçmak ( kaçmayın, hemen çömelin:) )

Evden kaçmak ( tavsiye edilmez. bkz. Müjde Ar-Fahriye abla J )

Abes kaçmak (Racona ters bu işler )

Gözden kaçmak

Güneşten kaçmak

Yağmurdan kaçmak (doluya tutulmak)

Bırakıp kaçmak

Dolandırıp kaçmak ( Deniz Feneri J )

Mücadeleden kaçmak

Sorumluluktan kaçmak

Günahtan kaçmak

Ağır kaçmak ( öfke insanın gözünü kör edebiliyor L )

Aşırıya kaçmak ( muhatabını ve sınırını bilmemek L )

Ayıp kaçmak ( ayıbı düşünse insanlar L )

Kanundan kaçmak ( Türk polisi yakalar J )

İşin kolayına kaçmak ( rüşvet, helal değil haktır? L )

Sorunlardan kaçmak

Geçmişinden kaçmak

Pabuçsuz kaçmak ( bunun başka bir versiyonu da var ama, neyse… J )

Başka ülkeye kaçmak

En azından başka bir şehre kaçmakJ

En son madde bendenize çok uyuyor efendim, zira siz bu satırları okurken biz ailecek Antalya dolaylarında ya güneşleniyor ya da yağmur altında yürüyüş yapıp, şehir merkezindeki kapalı mekanları turluyor olacağız… Şansımıza artık?:))

Hepimize, sevdiklerimiz ile birlikte geçireceğimiz mutlu bayramlar dilerim.

Banu DURGUNLU
29. Eylül. Pazartesi

24 Eylül 2008 Çarşamba

İDEAL ERKEK:))

İdeal Erkeğim Nasıl Biri? (Yaş 22)
Yakışıklı, sempatik, maddi durumu iyi, beni ilgiyle dinleyecek, espri anlayışı gelişmiş, gücü kuvveti yerinde, iyi giyinen, her konuda zevk sahibi, sürpriz yapmayı seven, romantik ve hayal gücü gelişmiş biri...
İdeal Erkeğim Nasıl Biri? (Yaş 32)
İyi görünümlü, kafasında saçı olan, arabadan inerken kapımı açan, yemeğe gittiğimizde sandalyemi tutan, pahalı bir restorana götürecek kadar parası olan, konuşmaktan çok dinleyen, fıkra anlattığımda katıla katıla gülen, alışverişte paketlerimin hepsini zahmetsiz taşıyacak kadar gücü kuvveti yerinde, en az 1 kravata sahip, yaptığım yemekleri beğenen, doğum günü ve yıl dönümlerini unutmayan, haftada en az 1 kez romantik olabilen biri...
İdeal Erkeğim Nasıl Biri? (Yaş 42)
Çok da çirkin değil, tamam kel olabilir, ben binmeden arabayı hareket ettirmeyen, işinde disiplinli, fırsat oldukça aksam yemeğine köşedeki köfteciye götüren, beni dinlerken başını sallayan, anlattığım fıkraların can alıcı yerlerini hatırlayan, evdeki eşyaların yerini değiştirmeme yardim edecek kadar gücü kuvveti yerinde, göbeğini kamufle edecek şekilde kıyafet seçen, çoğu hafta sonu traş olan biri...
İdeal Erkeğim Nasıl Biri? (Yaş 52)
Burnunun ve kulağının içindeki kılları fazla uzun olmayan, topluluk içinde gaz çıkarmayan, para isteme alışkanlığı edinmemiş, ben bir şey anlatırken uyuyakalmayan, aynı fıkrayı tekrar tekrar anlatmayan, hafta sonları poposunu koltuktan kaldırabilecek kadar gücü kuvveti yerinde, aynı renk çorapları seçebilen ve temiz iç çamaşırı giyen, televizyon karşısında akşam yemeğinden hoşlanan, adımı unutmayan, bazen tıraş olan biri...
İdeal Erkeğim Nasıl Biri? (Yaş 62)
Küçük çocukları ürkütmeyen, banyonun nerede olduğunu hatırlayan, bakımı fazla masraflı olmayan, mümkün olduğu kadar gürültüsüz horlayan, neye güldüğünü birden unutmayan ,yardım almadan ayağa kalkabilecek kadar gücü kuvveti yerinde, lapa yiyeceklerden hoşlanan, dişlerini nereye koyduğunu unutmayan biri...
İdeal Erkeğim Nasıl Biri ?(Yaş 72)
Yaşayan ve arada bir nefes alan biri...
****************************************************************
Yazar ( Yaş 35 :)
Benim ideal erkeğim; İnşallah siz bu satırları okurken yanımda olacak… Çünkü kendisi şu an yurt dışında ve bendeniz 9 yıllık evliliğimiz boyunca ilk defa bu kadar ayrı kalıyorum eşimden…
Yukarıdaki yazı internetten alıntı… Tam da ayrı iken sevdiğimden, çok hoşuma gitti…
Önce çok güldüm, sonra da düşündüm… Boş laf bunlar hepsi bahane dedim…
Çünkü; Şu anda benim için en ideal erkek; yanımda olan erkek …J
Evimizin için de dolaşan,
Çoğunlukla, kumanda elinde bir köşede otursa, hiç konuşmasa da, nefesini duyduğumJ
Yeri geldiğinde kavga ettiğim, yeri geldiğinde öpüp, sarılıp, takıp koluma gezdiğimJ
Akşamları, önce yemeğimi, sonra demli çayımı paylaşıp, yediğim, içtiğim…
Sonra; Hayatımı… Hayatını… Hayatımız çocuklarımızı, konuşup, gülüşüp, dertleştiğim…
Şimdi; İş için gittiği yaban ellerde, ne yapar ne eder bilmediğim? (Aslında, bilmek için delirdiğim J )
O yokken ‘Seviyorsan özgür bırak, dönerse zaten senindir’ vs. tarzı söylemlere sinir olup, zihnimden sildiğim…
İster istemez dilime dolayıp, Nilüfer’in eski şarkısı... ‘Seni şimdiden özledim, beni bırakıp ta gidişin var ya’ yı söylediğim…
Bu kadar abartıp, ağlayıp, özleyip, bir de üstüne buralara yazıp…
Mangal da kül bırakmadığım dönemlerde ki en büyük silahım olan, her şeyi bir kalem de silip atacak ‘Cool kadın’ imajımı, uğruna yerle bir ettiğim…
İki meleğimin babası… Adı üstünde, eşim… Eş olarak seçtiğim…
İşte benim ideal erkeğim…J J J J

Hepinize iyi haftalar dilerim…

Banu DURGUNLU

Banu’nun Notu:
Biraz özel oldu bu hafta yazım, farkındayım…
Ama Hürriyet’te yıllardır özel hayatı, eşi, dostu ve kızının maceraları ile köşesini dolduran Ayşe Arman yazar da ben yazamaz mıyım? : P
(Şaka bir yana, sabrınız ve hoş görünüz için teşekkürler J)

GAZİ VE DUA

Geçen akşam, oturduğumuz apartmanın arka bloğundaki komşumda dua vardı.İftar’dan sonra oraya gittim. Mevlid niyetlenmişler, çok güzeldi Allah kabul etsin. Yasinler, Tebarekeler vs. dualar ile içim huzurla doldu. Eşim, çocuklarım, kendim, sevdiklerim ve ölmüşlerim için bol bol dua ettim, elimdeki kitaptan bende okudum, takip ettim.
Bir ara hoca hanım şöyle dedi...Maşallah, hiç ummazdım ama? Hepiniz takip ettiniz gördüğüm kadarıyla? Takipleriniz Arapça değil mi?
Ben ve salonun yarısı...Hayır, dedik, yeni Türkçe! Yeni Türkçe’ den okuyoruz biz.
Hoca hanım...Olsun dedi, ben sizin içinde okudum, sizinkiler kabul olmaz ama, Allah affeder sizi?
Hoppala? ... Tutamadım kendimi...Hoca hanım dedim, bizim yeni Türkçe’ den okuduklarımız kabul olmaz mı yani şimdi?
Hoca hanım gayet kendinden emin ve acımasızca şöyle dedi...HAYIR !!!
(………………….)
Sustum tabi ki ses etmedim, sonuçta misafirlikteydim...
Ama içimden, bu sözü nasıl bu kadar kendinden emin söylediğine hayret ettim.
Karar verme yetkisini kendisinde nasıl buluyor acaba? Diye sinirlendim.Cahil olsam, aklımı kullanmasam, o anki ortam içinde aslında bu sözden nasıl da etkileneceğimi fark ettim...Ve daha kötüsü, böyle söylemlerle kim bilir kaç zihnin bulanıklaştırıldığını ve yıkandığını düşündüm... İçim acıdı L
Halbuki; bilmez miydi insanlar? Kur-an’ı kerimde neredeyse her 3 ayetten birinde
'Düşünün… Neden size verdiğimiz aklınızı çalıştırmıyorsunuz?' tarzında söylemlere yer verilir...
Nahl Sûresinin 44 . Ayetinde(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.
O zaman bütün Araplar cennete gidecek! Allah’ım, bu nasıl bir bağnazlık, nasıl bir hoşgörüsüzlüktür? Önemli olan kişinin niyetidir. Hem yıllarca uğraşıp Arapça öğrenenler eğer okuduklarını anlamıyorlarsa, ne dediklerini bilmiyorlarsa, bu nasıl bir mantıktır vs. diye düşündüm durdum. Okumalar bitti, sıra duaya geldi. Hane sahiplerine, ölmüşlere,
Peygamber efendimize (S.A.V.) ve evliyalara, erenlere vs. dualar edildi...
Yapılsın yapılmasın değil. Olması gereken bu, senelerdir yapılan anneannelerimizden, annelerimizden öğrendiğimiz ritüel bu. İçimize sinen bu. Ne güzel aslında bu kadar maneviyatı yüksek insanların yaşadığı bir memleketteyiz, şanslıyız...
Ama el insaf, bu kadar kişiye evliyaya, yatıra ve hatta Aceleci Bacı'ya varıncaya kadar söylendi de ?
Ah! O Allah diyen dillerden, bir kere de şehitlerimiz ve ATATÜRK için bir dua gelmediL

(…………………)

Elbette ki hepsi böyle değil… Herkes bu düşünce de değil… Yaşadığı ülkede huzur ve barış içerisinde, hiçbir ülkenin manda ve himayesine bağlı kalmadan yaşamanın, inancını ve dinini özgürce yerine getirme ayrıcalığının ve şansının farkında olan nice aydın hocalarda var.

Bu konu ile ilgili yazımı hazırlarken, fark ettim ki bu hafta içerisinde 19 Eylül Cuma günü Gaziler Günü olarak kutlanılacak.

Bu vesile ile; tüm şehitlerimize, gazilerimize ve en büyük gazi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ e en büyük minnetim, saygım ve dualarımı sunuyor ve Gazilik mertebesi ile ilgili bir alıntıyı paylaşmak istiyorum bu hafta sizlerle…

Hepinize iyi haftalar dilerim…
Banu Durgunlu
15.09.2008.


“Hürriyet ve İstiklal Benim Karakterimdir” diyerek Milli Mücadeleyi başlatan Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’e, Sakarya Meydan Savaşından sonra, 19 Eylül 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce “Gazilik” unvanı verilmiştir. Büyük Öndere gazilik unvanının verildiği 19 Eylül tarihinin ülkemizde gaziler günü olarak kutlanmasına karar verilmiştir. Bu karar devletimizin ve milletimizin gazilerimize verdiği önemin, onlara duyulan minnet ve şükran duygularının ifadesidir. Ülkemiz toprakları bulunduğu bölge ve stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca daima düşmanların hedefi haline gelmiştir. Tarih boyunca hür ve bağımsız olarak yaşamış olan Yüce Türk Milleti canından aziz bildiği kutsal vatan topraklarını hedef alan her saldırıyı binlerce şehit verme ve gazi olma pahasına korumasını bilmiştir. Dün, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Kore’de, Kıbrıs’ta vatanın müdafaası ve dünya barışı için şahadete ulaşan ve gazi olarak dönen kahraman evlatlarımız, bugün ülkemizin birlik ve beraberliği bozmak için fırsat arayan dış güçlerin desteklediği kanlı terör örgütüne karşı ülkemizin Güneydoğu bölgesinde mücadele yürütmektedir. Bu mücadelede yüzlerce evladımız şehit olurken, yüzlercesi de gazilik mertebesine ulaşmaktadır. Herkes Bilmelidir ki; Her ne şekilde olursa olsun, vatanımızın bütünlüğünü hedef alan güçler, kahraman güvenlik güçlerimiz ve vatansever Türk insanının mücadele azmi ve kararlılığı karşısında yok olmaya mahkumdurlar. Dış güçlerin maşası haline gelen hainler Yüce Türk adaleti karşısında mutlaka hesap vereceklerdir. Halkımızın birlik ve beraberliği ile, Büyük ATATÜRK’ün bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti onun gösterdiği hedeflerde ilerleyerek dünyanın güçlü bir ülkesi olarak sonsuza kadar yaşayacaktır."

Bize Türkiye Cumhuriyetini emanet eden gazi ve şehitlerimize gösterdiğimiz hürmet bundandır. Türk insanı gazi veya şehit olan atasını en derin duygularla anmaktadır. Sohbetinde, işinde, ibadetinde bulduğu her fırsatı bu uğurda değerlendirmektedir. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanı verilişinin yıldönümünü ve Gaziler Gününü kutluyoruz. Bu vesileyle aramızdan ayrılmış gazi ve şehitlerimizi rahmetle anıyor, tüm gazilerimizi saygıyla selamlıyoruz”

YORULMAYIN YORMAYIN !

Canım hiçbir şey istemiyor. Bulamadım dengemi, uyku öncesi hali gibiyim…
Bir gayret dışarı atabilsem kendimi... Yeter ki güneş değsin tenime, işlesin iliğime kemiğime, sıcacık olsun elim ayağım... Tamam hava çok sıcak zaten bu aralar ama, bazen öyle üşüyor ki içimL Annem olsa şimdi; kesin kansız, vitaminsiz kaldın sen yine, bakmıyorsun hiç kendine diye söylenir üzülürdü...
Ah annem bilmez misin ki ‘ Muhtaç olduğum kudret damarlarım da ki asil kanda mevcuttur!!! ’
Ama bazen öyle şeyler yaşıyorum ve görüyorum ki?
Korkum, bu gidişle o asil kanın çekileceği yönünde!
Havalardan mı? Şu mübarek ayda tutmaya çalıştığım oruçtan mı ?
Hemen her gün televizyonda, gazete de karşımıza çıkıp, sözleri veya icraatleri ile canımızdan bezdiren siyasilerden mi?
Kaza, bela, şehit, yolsuzluk vs.yi geçtim artık, ne yazık ki onlar klasik…L
Şu an revaçta olan, içinde bulunduğumuz aya da uygun olarak, yok şu ilde, şu kadar ( ki 10.000 lerle ifade ediliyor ) kişiye iftar çadırı kuruldu diyerek, halkın büyük bir çoğunluğunun aslında ne kadar yardıma muhtaç olduğunu maharetmiş gibi duyuran belediyelerden mi?
Önce yoksullaştırıp, muhtaç edip, sonrada bağımlı hale getiren sistem den mi?
Ne acıdır ki; aslında aynı dine inanan ve kendi inanışına göre dinini yaşamaya çalışırken, ‘onlar ve biz’ ayrımına maruz kalan ve kaldıranlardan mı ?
Atatürk’ün adını bile duymaya tahammülü olmayan, travma mağduru kişilerden mi ?
Dolayısı ile çocuklarımın ve ülkemin geleceğinden duyduğum endişelerden mi?
Eşten, dosttan, arkadaştan mı?
Hem hepsi… Hem hiç biri mi?

Sanırım sonunda anladım…
Ben ne kansız kaldım, ne de vitaminsiz. Sadece; hissiz, yüreksiz olmaya çalışıyorum...
Yoksa dayanamıyorum. İstedikleri ve sindirme taktikleri bu biliyorum...
Her geçen gün, biraz daha, an be an, üşenmeden sabırla ağını ören örümcek gibi...
Toprağın altında sessizce kendine yol yapıp, hedefine ulaşan köstebekler gibi...
Yıllarca yağmur, çamur yemiş, bir duvarın çökmesini sağlayan nem gibi...
Sessiz ve derinden geliyorlar ?
Ama, Atamın yıllar önce söylediği gibi ‘Gelecekleri varsa görecekleri de var!’
Boşuna uğraşmayın...
Yorulmayın...
Yormayın !!!!!!

Hepinize iyi haftalar diliyorum...
Sevgilerimle,

08.09.2008

8 Eylül 2008 Pazartesi

Ateş Ve Çocuk Hikayesi

Çoluk çocuk gidilen bir akraba ziyareti yapılmıştır bir gece önce…
Ziyaret edilen büyükler hoşnuttur, misafirler de öyle.
Giden misafirlerin, ikide küçük çocuğu vardır…
İkisi de birbirinden tatlıdır…

Uzun zamandır görmemiştir minikleri, büyükler…
‘Ne kadar da büyümüşler maşallah’ nidaları ile bolca severlerJ
Yenilir içilir sohbetler edilir… Sonra, müsaade istenir, tekrar gelin yine bekleriz denir…
Minikler minik ellerini sallar, arkalarından bakanlara öpücük yollarJ

Eve gelinir, küçükler hemen yatağa serilir…
Anne baba gülümser, yorgunluktan nasıl da bitmişlerdir.

Ertesi gün, olağan koşturmaca içerisinde gelip geçer…
Sadece miniklerden birinin, biraz huysuzluğu vardır…
Gün akşam olur, anne baba bir dost ziyareti için evden ayrılır.

Sonra bir telefon gelir, acil eve gelinmesi lazımdır…
Evin erkek meleği, ateşler içinde yanmaktadırL
Bin bir düşünce geçer anne ve babanın aklından…
Bin türlü hastalık teorisi geliştirirler ardından.

10 dakikalık yol sanki yarım asırdır…
Eve varılır, apar topar yollara düşülür, doktora ulaşılır.
Hemen ilk müdahaleyi yapar dr. şuruplar vs ilaçlar…
‘Bu gece uzun olacak der’ bir yandan da, durum anlaşılır.

Gece uzun, gece siyahtır…

Korkar anne, dualar eder ardı sıra…
Allahım, yavruma bir şey olamasın, sen onu bize bağışla.

Zaten, sevgi korkudur diye düşünür…
‘Sevdiklerine zarar gelmesi, insanı korkutur ve daha çok sevdirir’
Diyerek gecenin bir yarısı felsefe de yapar arada.

Nazar mı değdi paşam sana?
Kıyamam ben oğluşuma.

Nöbet tutar anne baba, minik meleğin başında.
Nefes alışverişi huzur verir onlara.
Ateşi kırklara çıkmıştır…
Anne o üzüntüyle, evi barkı kırklamıştır.

Ama gece uzun, gece siyahtır…
Ve her gecenin bir de sabahı vardır.
Ve sabah geceye inat, olabildiğine beyazdırJ

Doğan güneşle birlikte, yeniden doğar melek…
‘Ben akşam rüyamda güneşte kaldım anne, hava çok sıcaktı’ diyerekJ

Hepinize sağlıklı günler, iyi haftalar ve hayırlı Ramazanlar dilerim.

Banu Durgunlu.

01.09.2008

Çünkü...Anneyim

Seni bir hücreden yaşamaya layık bir canlı haline getiren benim. Seni ıstırapların en büyüğüyle doğurdum; sevinçlerin en büyüğüyle kollarıma aldım. Sana ilk davranışı, ilk gülüşü, ilk bakışı, ilk heceyi ben öğrettim. Seni karşılıksız, menfaatsiz, tertemiz ilk ben sevdim. Sana hayatta ilk lazım olacak dersleri ben verdim. Senin yüzünden ilk acıları ben duydum. İlk ağlayışlarını benim göğsümde dindirdin. İlk sırrını bana açtın. İlk dost beni edindin.
Ben anneyim!Bana her zaman güvendin. Üzüntülerin benim üzüntülerim oldu. Seni pencerelerde bekledim, gelişinde kapılara koştum. Seni her zaman aynı duygularla bağrıma bastım, seninle iftihar ettim, seninle taçlandım, şereflendim.
Ben anneyim!Ben, Tanrı'nın en büyük lutfuna layık görülmüşüm. Ben bereketim. Ben Tanrı gibi insan yaratabiliyorum. Ben yeryüzünün iyi ve güzel, kötü ve çirkin her şeyin mesuliyetini taşıyorum. Medeniyet benim, mazi benim, gelecek günlerin ümidi benim.Ben anneyim!Ben insanlığın başı ve sonuyum. Ben hayata şekil veren sanatkarım. İstediğim renkleri kullanır, istediğim gibi yontarım. Beynine ilk nakşolan sözler benim, kalbe ilk yerleşen duygular benim duygularımdır. Ben cennet ve cehennemim. Ben istersem sevgi kardeşlik ve dostlukla büyütürüm; istemesem kinle, düşmanlıkla içini doldururum. Ben dünyaya nizam veren iradeyim.
Ben anneyim!Ben sabır ve tahammülüm. Ben en yumuşak ve en sertim. Cesur olmayı nasıl benden öğrendinse, korkuyu da ben sana öğrettim. Seni ilk öpen ve ilk döven benim. Sevmek, aşık olmak, şefkat, kin, dostluk ve düşmanlık duygularının hepsi bende.Ben anneyim!Bir acı duyarken beni çağırırsın. Ben teselliyim. Ölsem bile gözüm arkamdadır. Ben endişelerin derin kuyusuyum. Kendi içime düşerim. Ben bütün alakaların mihrakıyım. Cömert olduğum kadar hasis, kıskanmaz göründüğüm derecede de kıskancım.Evet seni kıskanırım. Sen benim eserimsin, sen benim emeğimsin. Sen benim güzel günlerim, geçen ömrüm, bütün hatıralarımsın. Seni kıskanırım. Seni bu duygumla bunaltır, isyan ettirir, üzerim. Seni kendime hasretmek isterim.Bunun için kıskanırım seni.
Ben anneyim!Ben saygının mihrabıyım. Önümde diz çökmeni isterim.Gönlünde yer etmeyi isterim.Hakkım ödensin isterim.Unutulmaktan korkarım.Baş üstünde ve başköşende yerim.Bu benim hakkım.Ben anneyim!Ve son nefesimde…Her zamanSütüm ve hakkım helal olsun yavrum derim.
(Sadun TANJU-1957 Gazeteci-Yazar)

Geçen cuma günü annemin yanındaydım yine… Kabrini ziyaret ettim…
Bazen aylık, bazen haftalık her ziyaretimde olduğu gibi, önce duamı ettim, ardından içimi ve biraz da gözyaşımı döktüm…Sonra birden aklıma yukarıdaki şiir ve o cümle geldi…
‘ BEN ANNEYİM… BİR ACI DUYARKEN BENİ ÇAĞIRIRSIN’ diyen… Eve döndüm şiiri buldum. Üstüne birde onu okurken ağladım… Ve haftanın son gününü gözleri ağlamaktan şişmiş bir halde tamamladım.
Şimdi, ben bunları niye yazdım? Bu harika şiiri sizlerle niye paylaştım?
Demagoji yapmak için değil elbette... Ben o kelimeyi bundan böyle sadece, hayatında hiç canının yarısını kaybetmemiş, gerçek acıyı bilmeyenlere yakıştırırım…
Neyse, cevabım basit…
Çünkü… Anneyim…
Çünkü… Annesiniz…
Çünkü… Biliyorum ki birçoğunuz, halen annenize sahipsiniz…
Varsa içinizde azıcıkta olsa, size can verene karşı sevginiz…
Gidin sarılın, elini öpün, koklayın…
Gerçi bana ne hacet?
Anneyseniz… Siz ne yapacağınızı zaten bilirsiniz.

Sevgilerimle…

Banu DURGUNLU

Cennet Kapısında İki Melek

Sıcak bir yaz gecesi…
Tek istediğim şöyle güzel bir dondurma…
Dondurmayı çok severim ben…
Hem dondurmayı kim sevmez ki?
İşte orada gördümJ …
Dur, çekme kolumu Taha, geliyoo… ???

Sonra…
Sonra, bir ses… Bir patlama…
Bu sefer ki çok korkunç ama, çok korktum…
Hiç bu güne kadar duyduklarıma benzemiyor bu ses ?
Herhalde birileri, çok büyük bir balonu patlattı…
Tabi tabii, kesin balon bu… Başka ne olabilir ki ?
Ya da…?
Aaa dondurmam yere düşmüş L
Ama ben kırmızı dondurma istememiştim ki?
Anne… Annecim… Nerdesin ?
Neden çığlık atıyorsun böyle annecim… ?
Özür dilerim, tutamadım dondurmamı elimde…
Ne olur ağlama ama… Bak söz, bir daha yemem bile dondurma …
Yeter ki sen ağlama…
Annem…
Anladım sanki ne olduğunu...
Hani şu çizgi filmdeki gibi mi oldum ben şimdi?
Aleyna harikalar diyarında.
Sen merak etme annecim…
Bir sürü oyuncaklar ve peri kızları var yanımızda...
Çok güzeller… Bizi oradan oraya uçuruyorlar…
Oyunlar oynuyoruz Taha’yla…
Şimdi büyük bir kapının önüne geldik…
Adı ‘Cennet Kapısı’ ymış…
Ve biz de melek olmuşuz artık…
Bundan sonraki oyunumuzun adı da…
‘Cennet Kapısında İki Melek’ miş, anne.

Not: Güzel ülkemde gündem sürekli değişir, birileri ölür, birileri doğar… Birileri yapar, birileri bozar… Yaşanan bir olayın acısı ve etkisi geçmemiş iken bir diğeri patlak verir… İstanbul Güngören deki hain saldırının üzerinden de 1 hafta geçti…
Ama o masum yavruların yüzleri ve annelerinin çığlıkları hafızamdan silinmedi.
Patlamada yaşamını yitiren tüm vatandaşlarımızın mekanları cennet olsun… Allah geride kalanlara, ailelerine ve yavrularını kaybeden bütün annelere sabır ve dayanma gücü versin.
Hepimize,
Balık hafızasına teslim olmamış akıllar ve…
İyi haftalar dilerim…
Banu Durgunlu
01.08.2008

7 Eylül 2008 Pazar

Cesur Yüreğim ?

Bundan 5 sene önce bir sabah, eşimi şehir dışındaki bir işi için yolcu etmek üzere, birlikte terminale gittik. 05:30 otobüsüne bindi eşim, yola çıktı. Ben de terminalden ayrılarak evimize dönmek üzere arabamızla yola çıktım…
İstikametim Bursa terminalinden Fomara caddesine doğru… Özel aracımla seyir halindeyim, arada ayna kontrolü yapıyorum… Bir ara yine arkaya bakıyorum aynadan… Aaa o da ne ? Yanlış görüyorum zannettim… Arkamdaki servis minibüsünü kullanan şoför, muck muck halinde -hatta tam şu 333 durumu- bana öpücük gönderiyor, bir taraftan da minibüsün farlarını yakıp söndürüp selektör yapıyor, neredeyse çarpacak kadar yaklaşarak taciz ediyor !
Saat sabahın 6:00’ sı, ortalıkta kimse yokL… Hızlanıyorum arayı açayım diye, yol boyu bir sürü kırmızı ışık, mecbur duruyorum ışıklarda ama sabah sapığım peşimde!
Ben ne yapacağımı düşünür ve sabah sabah nasıl bir ruh hali ve ne tür bir sapıklıktır bu diye söylenir iken, malum şoför türlü hareketler ile işi daha da abartıyor…
Ding dong…. İşte o anda benim ‘Cesur yüreğim’ çıkıyor meydana…
Hazır kırmızı ışıkta duruyorken, iniyorum arabadan elimde bir kağıt ve kalem, geçiyorum minibüsün karşısına… En soğukkanlı halimi takınarak, şoförün şaşkın bakışları altında plakasını not ediyorum… Sonra tekrar arabama binip hareket ediyorum…
Ve bu sefer aynadan gördüğüm dudak şekli, 333 değil, şaşkınlıktan bir karış açılmış bir ağız oluyor…J
Geçen yıllar içerisinde, trafik magandalarının türlü hallerine tanık oluyorum…
Özellikle kadın şoförleri sıkıştıran ticari araç sahipleri ve taksicilerL
Altındaki en son model lüks araçlara bakmadan, orta refuje pet şişe vs. çöp fırlatanlarL
Hatta bir gün, hem de bir kadın hemcinsim (ne yazık ki magandalık sadece erkeklere has bir durum değil) FSM bulvarında ışıklarda beklerken, arabasının camından bir küllük dolusu sigara izmaritini yola dökmüştüL
Onlar, bunlar, şunlar…
En son geçen hafta, Buttim’ in otoparkındayım. Bir araç park yerinden çıkmak üzere geri manevra yaparak yolun ortasına geliyor, ben de bekliyorum ki devam etsin, onların arabasının çıktığı yere ben arabamı park edeyim… Ama arabadaki iki gencin yoldan çekilmeye hiç niyetleri yok! Benim şansıma mıdır bilinmez? Yine sabahın erken saatleri ve bu sefer iki kişiler J
Biraz bekliyorum, gitmiyorlar… Arkalarından dolaşarak usta bir manevra ile yine de onların çıktığı tek araçlık park yerine giriyorum…
Arabamdan inip oradan ayrılmak üzereyim ki, gençler bana pis pis bakıyorlar… Belli ki onların bana yol vermesini beklemememe çok sinirlenmişler, tabii kadın şoför olduğum halde panikleyip elimin ayağımın dolaşmamasına da ? O sinirle bir de okkalı küfürler etmeye başlayınca bu iki genç adam…
Uzaklardan bir yerlerden, ding dong sesleri gelmeye başlıyor yineJ … Ve yine benim zor zamanlar için sakladığım, deli cesaretim ‘Cesur yüreğim’ çıkıyor meydanaJ
Siz ne diyorsunuz? Siz benim muhatabım değilsiniz… Aldım plakanızı diyerek üstelik bir de kafa tutuyorum artıkJ J J
Şimdi bu yazıdan çıkacak sonuca gelirsek;
Eğer sizde bir gün, bu trafik magandaları ile karşılaşırsanız…
Siz bana bakmayın, mümkünse benim yaptığım gibi arabanızdan inmeyin. Ortam kötü kimin ne yapacağı belli değil, ben şanslı idim.
Yani dediğimi yapın, yaptığımı yapmayınJ ( imam da değilim zaten J )
Öncelikle sakin olun…
Aracın plakasını bir yere not edin…
Ve mutlaka not ettiğiniz plakayı ilgili birimlere ihbar edin ( 155 polis imdat )
Ailenizde veya çevrenizde emniyet mensubu babanızJ veya avukat eşinizJ dostunuz var ise onlardan da yardım isteyin…
Telefon ile de olsa, eşinizin sizi savunmasının ve karşı tarafta yaptığına şimdiye kadar bin pişman olan eski maganda / yeni insan şahsın, panik ruh halinin zevkini çıkarın J
Bu şekilde, o trafik magandası, canavarı, sapığı (artık ne derseniz), en azından bu tarz hareketleri başkasına yapmaması için yeterli uyarıyı almış olur…
Ve belki de, böyle bir durumla karşılaşınca benim veya sizin gibi, soğukkanlı ve cesur davranamayacak kişilerin başlarına gelebilecek muhtemel kazalara da engel olmuş olursunuz.
Hepinize, kazasız belasız günler dilerim…
Banu Durgunlu

Hayırlı Bir Kısmet ?

Televizyonlarda yayınlanan bir çok program var…
Bir yanda, diziler, filmler, haber programları, Türk halkının istinasız % 80’inin her zaman tercih edip seyrettiği Belgeseller? ...
Diğer yanda, magazin programları, her gün bir yenisinin başladığı, ‘ bilmem ne star ’ yarışmaları ve son kabusumuz evlilik programları!
Evlilik programları sayesinde, nur topu gibi yeni medya maymunlarımız da var artık!
Bunlardan biri de, ‘Esra Erol’la Desti İzdivac’ adı program... Öyle çok tutuldu ki bu program bir süre sonra benzerleri mantar gibi çoğalarak, bir çok kanalda gösterilir oldu.
İzdivaç talep edenler oldukça geniş bir profile sahip… Genci, yaşlısı, kapalısı, açığı… 7′den 77′ye evlenmek isteyen insanların katıldığı bu programda adaylarımız, ‘kısmet’ lerini bulmadan önce bir güzel ( yaklaşık 5-10 dakika ) göbek atıyorlar… Her ne kadar sunucunun format gereği diyerek zorla oynattığı kişiler olsa da, bu durumu zevkle kabul edenlerde çoğunlukta… Sanırım bu adaylar, özellikle yaşlı olanlar, bu şekilde hala eğlenceli, dinamik olduklarının ve belki de gizliden gizliye ‘yaş 70 ama iş bitmemiş?’ in mesajını verme derdinde… J
Dansını bitirip yerine geçen aday kısmetini beklerken, programa konuk aranırken bulunmuş toplama izleyicilerden oluşan ‘jüri’ ise başka bir alem… Yorumları, gülüşleri, alkışları ve bazen de uygun kısmet bulamayan adaylara laf atıp ‘ sen ortada kalmazsın’ diye kendilerince moral vermeleri de, televizyon karşısındakilere saç baş yolduracak cinsten.
Erkek adayların beklentisi genelde, huzurlu bir yuva, güzel bir eş… Kadın adaylar ise daha sağlamcı, onların beklentisi ve tercihi ise, araba, ev ve de yüksek maaş miktarı .
Katılan kadın adaylardan birinin, ‘hangi özellikte eş arıyorsun ?’ sorusuna verdiği ‘beni sahiplensin yeter’ cevabı ise erkek egemen bir toplumda, kadınlarımızın içinde bulunduğu ruh halini ve konumunu bir kere daha yüzümüze çarpıyor.
Ve sonuç olarak; gerçek hayatta birisi ile tanışıp, olağan akışı içerisinde bir ilişki kurmayı beceremedikleri halde, başta programın sunucunun ‘ boylu poslu adamsın, taşı sıksan suyunu çıkarırsın’ ara gazları veya jüri konumundaki seyircilerin ‘ bu kız veya adam tam sana uygun’ fişeklemeleri ile kendisini olduğundan farklı görmeye başlayan adaylar, hayat eşlerini bulup huzurlu bir yuva kurma temennileri içerisinde programdan ayrılıyorlar…
İçlerinden kaçı bu durumu mutlu bir evliliğe dönüştürebiliyor ve en azından televizyonda düştükleri medya maymunu hallerini bir kazanç haline çeviriyor bilinmez…
Ama bilinen o dur ki…
Sonuçta bu ve benzeri programlar ile milyon dolarları ceplerine indiren televizyon sahipleri, her zaman en çok kazanan oluyor.
İyi haftalar dilerim.
Banu Durgunlu

Üzgünüm

Üzgünüm… Üzgünüz… Gencecik üç fidan daha ayrıldı aramızdan… Yüreğimiz yandı, gözü yaşlı izledik evlatlarının, sevdiklerinin, babalarının ardından ağlayanları…
Lanet ettik elini kana bulayan, cahil kuklalara.
Bu sefer asker değil polis’ti şehit olanlar…
Aldığı üç kuruş maaşa, yaz, kış demeden çalışanlar.
Ne yazılır? Ne denir ki? Gidenin arkasından…
Bu acıyı yaşayan bir babanın yazdığı şiirin ardından…

ŞEHİDE SESLENİŞ
Aylardır uyku nedir bilmez bu gözler oğul,
Bir günlükmüş, meğer söylenen sözler,
Bir günlükmüş, ardından toplanan kalabalık,
Bir namazlıkmış meğer saltanatın…
Şükür ki şehitsin, şükür ki cennettesin…
Tesellim bu oğul, bulutların üstündesin…
Aylardır konuşmaz olmuş, susmuş bu dil oğul,
Nice ana kuzusu şehit oldu, senden sonra,
Nice yürekler yandı, nice ocaklar,
Yine yanan yalnız biz olduk oğul,
Bizse unutulduk…
Şükür ki şehitsin, şükür ki cennettesin…
Tesellim bu oğul, bulutların üstündesin…
Oğuz Kaçtan / İzmir-06.05.2007

Şehid; İslam dininde Allah yolunda vefat etmiş bir müslümana verilen isim ve makam. Zamanla dini anlamından sıyrılıp vatanı uğrunda ölen kimseleri tanımlamak içinde kullanılmaya başlanmıştır.
-Vatani görevini yapmakta iken herhangi bir şekilde yaşamını yitiren tüm askerler,
-Her hangi bir terörist saldırı sonucu yaşamını yitiren eğitim,sağlık,güvenlik vb. görevlileri ile,
-Görev başında yaşamını yitiren polis,itfaiyeci vb. diğer görevliler.

Mekanlarınız cennet olsun…
İyi haftalar dilerim.
Banu Durgunlu

İkiz Halleri

İkiz anneleri...
İkizler ile karşılaşınca sarf edilen garip sözler...
İkiz babaları...
Vs. Vs. Vs....

Uzun zamandır aklımda olan bir konuydu aslında ama nereden başlayacağımı bilememiştim... Ben de öylesine hiç uzatmadan, ortaya karışık birkaç örnek verdim... Bazıları yine ikiz çocuk sahibi arkadaşlarımdan alıntıdırJ

İkiz annesiyim... Halden anlarım.

Geçen hafta sonu market alışverişimizi yaptık, kasadan çıkarken bir ikiz ailesi gördük, hemen önümüzdeki kasada, onlarda çıkmak üzereydiler. Bizimkiler yanımızda değildi, fakat ikiz ailesinin 2 tek yumurta erkeği anne babanın yanındaydı. Tam çıkarken ben babaya "merhaba, minikleriniz ikiz değil mi?" dedim... Baba tam bir bezgin Bekir bakışı ile "hııııı" dedi.
Tamam dedim, saçma sapan ‘ikiz mi bunlar?’ sorularından sıkılmış tipik bir ikiz ailesi.
"Bizim de ikizlerimiz, kızımız ve oğlumuz var da" deyip olayı toparlamaya çalışırken, kasanın arkasından hemen ikiz annesi ‘seni anlıyorum tatlım’ bakışını attı ve anında lafı patlattı. "Allah kolaylık versin arkadaşım, daha çok göreceğin var.’J

İkiz annesiyim... Sabırlıyım ????

Hamile iken, ikiz beklediğimi söylediğimde ‘ sevinçli bir acıma bakışı’ atanlar...
İkizleri görüp ‘ Aaa ne sık arayla doğurmuşsunuz’ diyenler... ( Sürümden kazandık !!!)
Ay ben de peş peşe doğurdum, aralarında bir yaş var, ikiz gibi büyüttüm, ne fark var? diyenler... (Dağlar kadar fark var, yaşamayan anlamaz!)
Hepsi sizin mi? diyenler... (Hayır yarısı komşuların!!)
Bu kadar koşturmaca ve çocukla nasıl zayıflamıyorsun? diyenler...
İkiz bakmakta ne var canım, onlar uyuyunca işlerini yaparsın vs. diye akıl verenler... ( Tabi ikisi de hep aynı anda uyur, aynı anda yemek yer zaten!!!)
İkiz babası... PaylaşımcıJ

İkiz çocuk babaları gerçekten çocuk bakmayı biliyorlar ve çocuklarının her türlü gereksinimini karşılayabilecek kadar geliştirmek zorunda kalıyorlar kendilerini. Tek çocuğu olan bir çok arkadaşım var ve eşleri hala çocuğun çorabını getirip annesine veriyor giydirsin diye. Onu bile beceremiyorlar ne yazık ki.
Genelde tek çocuklu aileler bir araya gelince eşler çok farklı konular konuşur, annelerde çocuklarından bahseder... Ama ikiz çocuk babaları bir araya gelince çocuklarından bahsediyorlar. Bu harika bir şey... Çünkü ikiz çocuk büyütmenin eksilerini ve artılarını fazlası ile biliyorlar ve yaşıyorlar. Sadece para getirip çocuğa iki agucukla baba olmuyorlar, en az anne kadar zaman harcayıp, emek veriyorlar. Görev paylaşımlarını harika yapıyorlar.

Yine de ben anneyim... ŞanslıyımJ

Anne ve babalık zor... Ama bir kere tadını aldıktan sonra anne olmak;

Büyük bir keyif, vazgeçilmez bir tutku.. Bal kaymak... Şekerpare... Dilber dudağı... Hanım göbeği... Baklava... Çikolata J.
Anne olup bu tatları ve duyguları yaşamak ,ne kadar şanslı olduğunu düşünüp şükretmek...
Anne olmak, çocuklardan önce ne kadar boş yaşamışımın farkına varış...
Çocuğunla birlikte yeniden doğmak...
Şükür duasını dilinden düşürmemek...
Ve harika duygular içinde böyle karma karışık yazılar yazmakJ

İyi haftalar dilerim...
Banu Durgunlu

07.07.2008

Tatil Hikayeleri-2

Hikayemiz devam ediyor....

Antalya’ya indik... (Uçağı düşürmeden J) Side’ye kadar yaklaşık 1 saatlik bir yolculuk sonrasında tatil köyüne ulaştık, çok güzel bir tesis, odamıza eşyalarımızı bıraktığımız gibi havuza... Meleklerim öyle sevdiler ki havuzu ve ortamı, neşeli gülüşleri ve çığlıkları ile ortalığı inlettiler. Bütün gün çocuklar ile beraber suda olduğumuz için daha tatilimizin 3.günü bir hayli bronzlaşmıştık...J
Tatil’e çıkarken çok fazla beklentimiz yoktu, hatta biz en kötüye hazırlamıştık kendimizi...
Yemek yemeyen, uyumayan, otelin lobisinde veya yemek salonunda mızmızlanıp, kavga edip, çığlıklar eşliğinde inatla yerde oturan, yatan ve hatta sırf yapma dediğimiz için inat uğruna yeri yalayan çocuklar ? (Zamanın da bire bir yaşanmıştır...J )
Allah’a çok şükür bunların hiç birini yaşamadık. Tam tersine gün boyu yüzmekten ve oynamaktan öyle acıktılar ve yoruldular ki, ne yemek problem oldu, ne de uyku...
Ama insanın çocuğu olurda, hiç durağan ve olaysız bir hayatı olur mu? Bu güzel tatilden bize kalan yine gülümseten anılar oldu.

· Sabah kahvaltı ediyoruz... Açık büfeden seçiyorum bir şeyler, en çok ta yeşillik alıyorum tabağıma, maydanoz, tere otu, semiz otu vs. Hazır yıkanmış ayıklanmış, yiyeyim bari bol bol diye…J Oğlum da bana yardım ediyor... Bir ara aramızda şöyle bir konuşma geçiyor;
- Annecim onlar ne? ( Yeşillikleri kastediyor )
-Uzun uzun açıklama ve isimlerini söyleme gereği duymadan kısaca ot onlar diyorum...
-Ne yapacaksın otları anne ?
-Yiyeceğim oğlum...
-Neden anne sen kuzu musun ????? J

· Kaldığımız tesiste Rus ve Alman turistler vardı. Çok uzun boylu,yapılı... Bir akşamüstü yemeğe iniyoruz, kızım koşturarak önde yürümekte olan Alman turistin yanına gidip önünde duruyor ve Gluver’e bakar gibi başını aşağıdan yukarıya doğru yavaşça kaldırıp konuşmaya başlıyor;
-Sen neden bu kadar kocamansın ?
-Nasıl uzadın sen böyle çok mu yoğurt yedin?
-Senin kirpiklerin neden sarı? Vs.vs.vs. sorular...
Biz hem şaşkın turistin haline gülümsüyoruz, bir yandan da Elif’i yanından almaya çalışıyoruz... Hatta kocacım sorular karşılığında ‘kızım bizi bitirdin bari el alemi rahat bırak, adam sulak yerde yaşamış sana ne’ tarzında nasıl olsa turist anlamaz diye konuşurken adam birden ‘önemli değil’ demesin mi!!!.... Halimizi ben anlatmayayım, siz düşünün J

Nihayetinde, öyle veya böyle biz güzel bir tatil geçirdik...
Çocuklar ile birlikte çıkılacak tatillerden korkmamayı öğrendikJ
Bu yıl içerisinde bir kez daha ve kaçabildiğimiz her hafta sonu için yeni tatil planlarına giriştik.

İyi haftalar dilerim...

Tatil Hikayeleri-1

Evet başardık... Bu sefer oldu... Allah’ıma çok şükür, kazasız belasız, hatta bağırış, çağırışsız bir tatil geçirdik... Öyle kolay değil, iki çocukla tatile çıkmak bir kere... Üstelik ikiz, üstelik ikiz ve üstelik yine ikiz...
Neyse; hikayemiz güzel başladı... Sabah erken kalktık, çocuklarımızı uyandırdık. Her sabah bin bir naz ile mızıldayan çocuklar deniz ve havuz lafını duyunca gözlerini bile açmadan pijamalarını çıkarmaya başladı...
Son hazırlıklar, kontroller... Ya Allah bismillah yola çıkış...
Önce Yalova hızlı feribot, İstanbul...
Sonra Sabiha Gökçen havalimanı uçak, Antalya...
Ve en son Tur minibüsü ile Side...

Allah’ım bunlar benim çocuklarım mı?
Feribotta, uçakta, minibüste... Kendi koltuklarına oturdular, kemerler takıldı...
Kavga etmeden, hatta kardeş dayanışması içinde şarkılar söylediler, sözümüzü dinlediler...
Etrafımızda ağlayıp anne babasını türlü şekillere sokan çocukları görünce, aşkımla hafiften kabarmadık değil hani... Hem kendimiz ile hem de çocuklarımız ile gurur duyduk...

Meğer benim meleklerim artık büyümüş... Gözümüzün önünde her gün yeni yeni haller alırmış bizim çocuklarımız da, biz fark etmezmişiz meğer... Ve hak geçirmiyoruz ilgileniyoruz desek de, 7 gün 24 saat onların bize, bizim onlara ihtiyacımız varmış meğer...
Neyse, başlıkta ne dedim, tatil hikayeleri 1... Demek ki uzun sürecek bu mevzuu...
Önce havalimanı ve uçaktan birkaç komik anekdot... Ve sanmayın ki sadece çocuklara ait ?
Uçağımız 11:30 da ve biz her, her ama, öyle böyle değil her türlü? ihtimali düşünerek tedbirli babamız sayesinde 8:45 de havalimanında idik.. .Çünkü 11:30 uçağına yetişmek için sabah 5:00 te kalkmış, 6:00 da evden çıkmış, 7:00 Feribotuna binmiştik...J

Uçağın motorları çalıştı, hız almak için kalkış pistine doğru yavaşça ilerliyor...
Oğlumdan şöyle bir soru geliyor: Biz Antalya’ya kadar böyle mi gideceğiz anne?

Ve sorulara devam... Hem kızım, hem oğlum aralıklarla 55 dakikalık yolculuk boyunca yaklaşık 50 kere ‘nereye gidiyoruz?’ diye sorduğu için yakın koltuklardaki diğer yolcular da artık dayanamayıp olaya dahil oldular ve Antalya’ya gidiyorsunuz !!! diyerek (hatta bazen birkaç kişi aynı anda?) bize yardımcı oldularJ ?????

Biz kendi arabamızda seyahat ederken, yoldaki çukurlarda, yokuş aşağı veya yukarı inip çıkar iken bir oyun oynarız aramızda, ‘Ay düşüyoruz! Ay düşüyoruz’ diye...

Eee çocuk bunlar bilmezler ki uçakta böyle laflar edilmez... Nitekim oğlum, her sallanışta ve uçak inişe geçtiği anda kendince bu oyunu oynadığı için bolca kullandı ‘Ayy düşüyoruz !’ cümlesini... Biz uyarıp söylememesini istesek te, 3,5 yaşında bir çocuğun en deli konuşma çağında etkili olamadık tabi ki...J

Bir ara arkamızda oturan, hatta ne çok konuşuyor manyak çocuk! Diyecek kadar görgülü ve sevgi dolu bir bayan olan şahıs, ‘Ayy ben fena oluyorum’ diyerek kolonya istedi...

Acaba ‘Ay düşüyoruz’ etkili olmuş mudur?
Olmuşsa da buna takdiri ilahi diyebilir miyiz ? J
Devamı haftaya...

Anne ve Baba olmanın Keyfi

Hani bazı anlar vardır hiç bitmesin istersiniz...Hani ‘keşke sonsuza kadar sürse’ dersiniz...
Yüreğinizin coşkusu, o tarifsiz sevinciniz...
Hiç çekinmeden, hiç zorlanmadan bolca akıtırsınız gözyaşınızı...
Hem sevinçli, hem hüzünlü, karışık duygular içinde...
Görür ama yine de inanamazsınız gördüklerinize...
Bir oyun gibidir her şey, sanki bir masal...
Ama bu sefer ki masalın kahramanları sizin canınızdır...
Onlar zaten canınızdan birer parçadır... Çünkü onlar sizin çocuklarınızdır...
‘Adam olacak çocuk’ kıvamında alırlar sahnede yerlerini
Şarkılar söylerler, oyunlar oynarlar... Küçücük elleri ve ayakları ile tempo tutarlar...
Şu dünyadaki en tatlı tavşan ve kelebektir onlar J
İşte o zaman daha bir anlarsınız... Anne olmayı... Baba olmayı...
İşte o zaman yeniden tadarsınız anne ve baba olmanın gururunu, keyfini...

Drama: Pamuk Prenses ve 7 cücelerden bir sahne...
Ritmik Dans...

Ve şanlı Bayrağımız...
Not:
Başta; Özel Biliş Anaokulu kurucu müdürü Sn. Sevim Öztürk’ e...
Çocuklarımızın eğitiminde ve bu harika yıl sonu gösterisinin hazırlanmasında sonsuz emeği geçen sevgili öğretmenlerimiz Tuba Hastaoğlu , Aysun Taşpatlatanlar ve diğer öğretmenlerimize...
En çokta, bu özel günde bize harika duygular yaşatan sevgili çocuklarımıza çok teşekkür ediyoruz.

15.06.2008

İyi haftalar dilerim...

19 Haziran 2008 Perşembe

KADIN

Kadın ne garip... Ne doyumsuz...
Varken... Yok olanı ister...
Yokken... Var olanı görmez...
Fark etmez... Şükür etmez...

Dedim ya, garip kadın...

‘Gidelim buralardan’ diye şarkılar söyler...
Gereksiz üzüntülere ve kişilere prim verir...
Mesaj kaygısı taşıyan sonsuz yedirmelere iç geçirir...
Kendini bilir, içini bilir, iyi niyetini bilir... Sabır eder...

Sonra gider kadın... Atar kendini serin sulara..
Söndürür içindeki yangınları, korları...
Unutur her şeyi, sıkıntılarını kederlerini...
Sevdiğinin ve çocuklarının gözlerinde bulur yeniden, huzuru ve yaşama sevincini...

Gerçek sıcaklığa, dostluğa ve sevgiye zaten sahip olduğunu kavrar kadın...
Ve aslında ‘can yoldaşı’ seçtiği erkeğinin...
Onun en büyük sırdaşı, yandaşı ve arkadaşı olduğunu da...
Boş yere hem kendini hem ailesini üzdüğünü anlar işte o zaman...

Ve yenilenir kadın...
Yeni kararlar alır kendince...
Bu kez ciddi olarak uygulamak üzere...

Mazlumu oynamayı sevmez, kışkırtmalara gelmez...
Hatta bir reklamdaki şarkıyı dolar diline...
‘Kötüyüm ben kötüyüm, kötüyüm, kötüyüm... Herkesi hasta ederim...???’
İşi espriye vurdurur artık... Yorulur uğraşmaktan...

Ve elinde kalanlara sarılır kadın...
Kalanlardan kolları dolmuş bir şekilde...
Şimdi sadece, sonsuz kere yaradanına şükreder kadın...

Hepinize iyi haftalar dilerim...

08.06.2008

Çocuk Dünyası

Cuma akşam üstü, ikizlerim geldiler ana okulundan ellerinde aylık aktivite programları ile...Şöyle bir göz attım..Biliş Anaokulu’nun hazırladığı bir sayfada ‘Bizim bakış açımız’ başlığı altında çocukların durumlara ve sorulara verdikleri komik ve düşündürücü yanıtlar vardı...Ben gülümseyerek okudum yazılanları...Ve yine hayran kaldım çocukların dürüstlüğüne, saflığına...Onlar hayatımızın anlamı, neşesi...Bazılarını sizlerle de paylaşıyorum;

Yemek salonuna giderken;

Öğrt: Herkes tuvalete gitti mi ?
Umut :Öğretmenim yapıyorum,yapıyorum çişim geliyor bir türlü bitmiyor.

Öğrt: Bartu’cuğum bu kadar göz yaşını neren buluyorsun ?
Bartu : ( yeri göstererek )İşte buradan öğretmenim.

Ufuk : Bugün canım bağıra bağıra gülmek istiyor.

Öğlen yemeği bitiminde ;

Ela: Öğretmenim yemeğimi bitirdim.
Öğrt: Tamam hayatım
Ela: Aaaa! Öğretmenim bu sözü annem babama söylüyor.

Selin evcilik köşesinde oyun oynarken bebeklerin yüzünü kapatınca;

Öğrt: Selin’ciğim bebeklerin yüzünü kapatınca nefes alabilirler mi?
Selin: Ama o bebekler canlı değil ki oyuncak.

Öğrt: Emre’ciğim bugün çok hareketlisin.
Emre : Ama öğretmenim kendimi tutamıyorum.

Öğretmen hikaye saatinde Atatürk’ün yaptığı devrimleri anlatırken;

‘Bu Cumhuriyeti sizlere emanet eden Atatürk’ün torunlarısınız’ der.
Deniz: Ama öğretmenim benim anneannem ve dedem var.

Ela: Öğretmenim bu okulu bitirdikten sonra başka okullara gideceğim.
Onları da bitirince evimizin annesi olacağım.

Erkek çocuklar tuvaletini pisuvara yaparken;

Bartu: Aaa öğretmenim bak herkes pis duvara çişlerini yapıyor.

Emre : Öğretmenim biliyor musun ? Annemim iş yeri Çekirge’de
Öğrt :Annen ne iş yapıyor Emre’ciğim?
Emre :Bulaşık yıkıyor.

Umut :Öğretmenim ben büyüyünce adam olacağım.

*Eren Durgunlu : Öğretmenim ben sadece pilavın suyunu yiyeceğim.

*Elif Durgunlu : Öğretmenim ben bugün hapşırık olmuşum.

( ** Evet son iki cümle benim meleklerime ait J )

Not: Siz bu yazıyı okurken, Allah bir aksilik vermez ise, uzun zamandır özlemini çektiğimiz keyifli bir tatil geçiriyor olacağız ailecek...Dönüşte tatil anılarımızı da paylaşmak üzere...
İyi haftalar diliyorum...

Çocuğumu Anlamayı Anlamak ?

Bu hafta, psikolog Beria Bilge Şener ’ in ‘Çocuğumu Anlamak’ konulu, anne babalara yönelik bir eğitimine katıldım...Ve ilginizi çekebileceğini düşünerek sizler ile de paylaşmak istedim.
Bilge hanım, Geştalt yöntemi veya felsefesi olarak bilinen terapisinde, çocukluğumuzda gerçekleşen iyi veya kötü bazı olayların, yetişkinlikteki yaşantımıza ve davranış biçimlerimize nasıl yansıdığını fark etmemizi sağlıyor.Temas yöntemleri başlığı altında davranış biçimlerini anlatıyor.
Bu yöntemde ; davranışlardan, beden dilinden, duyguların ifadesinden, rüyalardan, sanat ve hareket terapilerinden yararlanılıyor.
Örneğin; Bilge hanım,bizlerden geçmişte yaşadığımız üzücü bir olaya ilişkin hayaller kurmamızı ve bunları bir kağıda çizmemizi istemişti...
Çizerken fark etmemiştim ama daha sonra üstünde konuşur ve düşünür iken fark ettim ki; Hayatımızda duygusal olarak etkilendiğimiz ve incindiğimiz anıları hatırlıyoruz çoğunlukla...
Terapilerde dansın da iyileştirici ve kişinin bedenindeki sorunu fark etmesi açısından önemi çok büyük.
Şöyle ki ; Fonda yavaş ritimde başlayıp, bir süre sonra hızlanan müzik eşliğinde geçmişteki ve şu andaki mutsuz ve mutlu anlarımızın vücut diliyle ifade etmeye çalışıyoruz.
Bir süre sonra öyle bir hal alıyor ki insan ,saniyelik geçişler ile mutsuz bir anıdan mutlu bir anıya geçiş yapıp, aslında hayatın tam da bu olduğunu acısı ve tatlısı ile bir bütün olduğunu kavrıyor. Çünkü üzülmekte,mutlu olmak kadar insanca bir duygu.
Ve tüm bu terapiler sonunda; doğduğunda bedeni, zihni ve ruhu uyum içinde olan insanlar, zaman içinde çeşitli savunma mekanizmaları geliştirerek, bu bütünlüklerini bozmak durumunda kaldıklarını fark ediyor. İşte sağlıklı insana yani en doğal hale dönebilmek, Gestalt terapisinin en önemli amaçları arasında yer alıyor.
Ve gelelim esas konumuza yani; Çocuğumu anlamak konusuna...Öncelikle belirtmek isterim ki,eğer sizlerde benim gibi,madde madde davranış teknikleri veya yönlendirme önerileri beklerseniz yanılırsınız...Çünkü adı üstünde yöntem Geştalt yani (davranış) olunca yapılan eğitimde bu yönde oldu.
Benim anladığım sonuçlara gelince;
- Merkez biziz, önce kendimizi çok iyi anlayacağız, sorunlarımızı çözeceğiz,daha sonrasın da çocuğumuzu anlayacağız ??
- Önce içimizde ki çocuğun ihtiyaçlarını karşılıyoruz...
- Üzülmekte,mutlu olmak kadar insanca ve yaşanılması gereken bir duygu...
Bizler belli bir amaç için, çocuklarımız ile iyi ilişkiler içinde olmak için toplanmıştık bu eğitimde...
Başlıktan da anlaşılacağı üzere ben, çocuğumu anlamayı, anlamaya çalıştım...Ve Bilge hanım’ın grup üyelerine dediği gibi, kendimi ve farkındalıklarımı alıp çıktım oradan.

İyi haftalar diliyorum...

23.05.08

Dürüstlük Sevgili Çocuğum...

Bu hafta bir değişiklik yaparak Dr. Erdal Atabek’in ‘Dürüstlük,sevgili çocuğum’ isimli yeni kitabından uzunca bir alıntı yaptım sizlere...

Çoğumuz evlat sahibiyiz... Ve onları en güzel ve en iyi şekilde yetiştirmek, erdemli insanlar yapabilmek için emek veriyoruz...

Dürüstlük, bu erdemler içinde belki de en önemlisi... Ve bence çok anlamlı ve öğretici olan aşağıdaki harika anlatım, bu konuda bir baş ucu kitabı-yazısı olacak nitelikte...

Önce büyükler, sonra gençler ve en son da çocuklar için...

Okuyun...Dileyen büyükler, kendisi için bir şeyler bulsun... Düşünsün...

Dilemeyen...?????

Dürüstlük insan ahlakının temelidir. Ama dürüstlük nedir?
Yalan söylememek, kimseyi aldatmamak, kendi çıkarı için başkalarını kandırmamak, olduğundan başka türlü görünmemek dürüst olmak için yeterli midir?
Değildir sevgili çocuğum.
Çağımızda bunlar da kalmadı elbette, ama dürüstlük bunlardan çok daha fazla, bunlardan çok daha başka bir şeydir.
Dürüst olmak, gerçekleri kabul etmektir. Dürüst olmak, her şey ve herkes için aynı ilkeleri geçerli kılmaktır. Dürüst olmak, her zaman ve her koşulda doğru bildiğinin yanında olmaktır.
Bunlardan ötürü de dürüst olmak çok zor bir şeydir.
Dürüst olmak en başta cesur olmayı gerektirir.
Cesur olamadan dürüst olamazsın.
Yalnız kalmayı göze alamazsan dürüst olamazsın.
Çıkarlarından yoksun kalmayı göze alamazsan dürüst olamazsın.
Dürüst olmak, bedeli çok ağır bir erdemdir.
Ama zaten bütün bunlardan ötürü de çok değerlidir.
O zaman insan neden dürüst olmanın peşinde koşsun ki?
Böylesine ağır bir yükü kim sırtlanmak ister?
Söze bakarsan herkes dürüst olduğunu söyler. Rahatça ve kolayca.
Ama biraz onların yakınlarında durur, nelerden çıkar sağladığına bakarsan görürsün ki gerçekte dürüst değillerdir.
Her çıkar, ekonomik çıkar değildir sevgili çocuğum.
Duygusal çıkarlar vardır, kendi üstünlüğünü kabul ettirmeye dayalı çıkarlar vardır.
Çok çeşitli çıkarlar vardır.
İnsanı baştan çıkaran da her çeşitten çıkardır.
İşte, insanı dürüst olmaktan uzaklaştıranlar bunlardır.
İnsan önce kendine karşı dürüst olmaktan vazgeçer.
Sonra da buna uygun kılıflar hazırlar.
"Koşullar" der, "'Böyle yapmak gerekiyordu" der, "Sen işin içyüzünü bilmiyorsun" der, daha sıkışırsa karşısındakini suçlar, tehdit eder, saldırır.
Ama ne yaparsa yapsın, dürüst değildir.
Gerçekleri kabul etmeye yanaşamaz.
Bir yıl önce "ahlaksal zekâ" konusunda bir yazı yazmıştım.
Ahlakın bir zekâ biçimi olduğunu belirmiştim ki doğrudur.
Dürüstlük de bu ahlaksal zekânın birinci ilkesidir.
Ama bak, dürüstlük insana neleri sağlar?
Öncelikle, dürüstlük özdeğer yaratır. Kendine değer vermeyi öğrenirsin.
Özdeğer kendine saygı duymayı yaratır, özsaygın olur.
Özdeğer ile özsaygı da özgüveni yaratır.
Özgüveni olmayanlara dikkatle bakarsan görürsün ki özsaygıları ve özdeğerleri ya eksiktir ya da yoktur.
Özgüven, temelsiz bir böbürlenme değildir.
Temelsiz bir böbürlenme, değersizliğini örtmeye yarayan bir özgüven taklididir.
Özgüven, gerektiği zaman ortaya çıkan büyük bir güçtür.
Ama işte özgüven de baba parasıyla, dayı desteğiyle oluşmaz.
Özgüven senin bileğinin hakkıyla kazanacağın bir erdemdir.
Özgüven, dürüstlüğünün sana armağanıdır.
Dürüstlük sevgili çocuğum, yaşamının temel taşı olursa kazanırsın.
Hakkın olanı kazanırsın ki çok değerlidir.
Doğru olanı kazanırsın ki başını hep dik tutmanı sağlar.
Kendini kazanırsın ki en büyük kazancındır.
Geri yanı sana kendiliğinden gelir.
Doğru yerde durana doğru şeyler gelir.
Yaşamanın güzelliği bundan başka nedir ki?
Erdal Atabek
Kaynak: Cumhuriyet Gazetesi, 15 Mayıs 2006

Not: 19 Mayıs Atatürk’ü anma, Gençlik Ve Spor Bayramınızı kutlar...Yüce atamızı hasretle anarım...
İyi haftalar diliyorum...
18.05.2008

Annem'e...

Anneler günü...
Anne...
Gün...
Daha önceki yıllarda, böyle yoğun duygular hissetmezdim anneler gününde... Belki annem hayatta olduğu için, belki o zamanlar daha ben anne olmadığım için...
Anacığımın elini öper, boynuna sarılır, koklardım onu... Hediyesini verirdim, sonsuz sevgimi, saygımı eksik etmezdim ondan... Hayırlı bir evlattım bende kendimce. Oysa şimdi....
Sadece...
Hani hep öyle olur ya ...
Yanınızdaki, yanı başınızdaki... Hiç gitmeyecek sandığınız...
Hep sizin olmuş... Hep sizin olacak ...
Hani ...???
İşte öyle...

Sonra bir gün... Veda... Beklense de... Yine de ansız... Apansız...
Sonra her gün... Özlem... Sonsuz... Soluksuz bırakan...
Sonra acı... Oturmuş yüreğime... Çöreklenmiş...
Sonra... Sonrası yok... Annem yok...
Yıların geçmesi bir şey fark ettirmiyor... Acı hep aynı...
Evlat olmanın da ve anneliğin de yaşı yok...

Birazdan çıkacağım evden... Elimde bir demet gül... Yerim senin yanın annem...
Ama ağlamayacağım yanında...
Bu gün mutlu bir gün... Senin günün... Anneler Günün kutlu olsun...

Seni çok sevdiğimi, söylemiş miydim annem ?

Tüm annelerin, anneler gününü kutlarım...

11.05.2008

13 Mayıs 2008 Salı

'ÖZGÜR' RUHUM...

Yaşama amacı olmalı insanın... Yaşamının bir anlamı... Hani grup Gün doğarken’ in bir şarkısındaki gibi...

Yaşamın bir anlamı olmalı... Senden başka benden başka... Sana görünmeli, bende olmalı...’

Nedir yaşamak? Veya nasıldır?

Nasıl geçirir insan saatlerini, günlerini, yıllarını...? Ömrünü...?

Doğup büyür insan... Hem bedenen gelişir, hem ruhen...

Bedeni besleyip doyurmak, büyütmek mümkündür de... Ya ruhun gelişimi ? İç huzuru? Manevi
zenginliği ?

‘ Ruhunun güzelliği yüzüne yansımış’ derler...

Derler de, karşısında görüp takdir ettiği o ‘Özgür’ ruh gibi olmak için neler yapar insanlar hiç düşünmezler...

Öncelikle güler yüz ve tatlı dil yaraşır bu ruhlara...

Sonra; genç, yaşlı, çocuk, büyük, fakir, zengin demeden elinden geldiğince herkesin yardımına koşmak yaraşır...

Ve tabii ki bunu da; kendisi gibi hisseden ve düşünen, dostları ile birlikte yapmak yaraşır...:)

Ben de bugün; bir kere daha doyurdum ruhumun açlığını... Bir kere daha büyüttüm içimdeki mutluluk katsayısını...

Kaç aydır, büyük bir özenle ve özveri ile topladık DAĞAKÇA KÖYÜ için olan yardımlarımızı...

Bir zamanlar kendimiz veya çocuğumuz için, çok yakışacağını ve sevineceğini düşünerek aldığımız kıyafet, ayakkabı ve kitapların, bir başkasının ve bir başka çocuğun sevinci olabileceğini gördük bugün...

Aşağıda sizlerle de paylaşmak istediğim; bu güzel güne ait birkaç fotoğraf var... Bakın ve yüzlerdeki sevince ve mutluluğa sizde ortak olun....

Kim bilir belki sizlerde, bu güzel organizasyonlara katılmak ve başkaları içinde bir şeyler yapmanın ve sonucunda o yüzlerde oluşan mutluluğun verdiği hazzı yaşamak istersiniz...

Son söz ; Ruhunuzu ‘ÖZGÜR’ bırakın... O doğru yolu bulur... :)


İyi haftalar dilerim...

ÇÜNKÜ SENİN İÇİN...

Senin için kuvvetli olmalıyım... Dayanmalıyım...
Yolumu seçmeliyim ben... Sana örnek olmalıyım...
Gururun, sevincin, güvencen olmalıyım...

Hiç kimse kırmasın kalbini, soldurmasın o güzel yüzünü...
Sana sonsuz mutluluğu ben sağlamalıyım...

Sen daha çok gençsin, çok küçüksün ...
Seni korumalıyım... Kimden, kimlerden?..
Belki de önce kendimden...
Sana olan sonsuz sevgimin deliliğinden...

Senin için... Bazen çocukta olmalıyım ben...
Oyunlarına ortak, resimlerine, boyalarına...
Seninle yeniden emeklemeli, yürümeliyim...
Kelimelerin en saf halini, seninle yeniden öğrenmeliyim...

Seninle yeniden okula gitmeliyim ben...
Yeniden ergenliğimi, genç kızlığımı,(delikanlılığımı) yaşamalıyım.
Ve hatta yeniden seninle aşık olmalıyım...
Geçen yıllara, yaşıma başıma bakmadan....

Yolunu seçerken yol gösteren, ama seçimleri sana bırakabilen...
Her zaman destekçin...Yapabilirsin, başarabilirisin diyen...
Bir yaşam sunmuştum... Doğurmuştum ya seni...
O zamandan beri, gönüllü yaşam koçunum zaten senin ben.

En güzel dansımı senin düğününde yapmalıyım...
Mutluluktan sarhoş olmalıyım, senin mutluluğunu görünce...

Ve sende mutlaka... Anne veya baba olmalısın...
Gerçek mutluluğun, karşılıksız bir öpücük veya sarılış olduğunu anlamalısın…

Sen görmeden ağlamalıyım...
Yüzümde sonsuz bir gülümseme... Sen beni hep böyle hatırla diye...

Ve ben sana asla elveda dememeliyim...
Sen görmeden, çekilmeliyim bu hayattan....
Ağlamadan, yıkılmadan, sana bu sonsuz acıyı yaşatmadan...

Çünkü senin için....Her şey senin için.


Hepinize iyi haftalar dilerim...

28.04.2008

BİZ KAÇ KİŞİYİZ ?

Kadınlar büyütür çocukları... Geleceği... Ve yine kadınlar geliştirir o küçücük beyinlerin içindeki fikirleri...

Çünkü doğduğu günden beri ne yapması ve nasıl davranması konusunda eğitilen??? Kadın... Bir süre sonra, kendi bilgilerini çocuğuna aktarmaya hazır hale gelir...

İşte kaç gündür aklımda bu konu var... Var da... Nasıl başlayacağıma dair kafamda da sorular...
Konumuz Eğitimli kadın... Ama öyle sandığınız gibi normal eğitim-öğretimden bahsetmiyorum ben...

Dişi cinsiyetteki her kişinin, kendisini ve kendinden sonra gelecek dişi nesilleri uyarması ve onlara doğru davranış taktiklerini öğretmesi için gereken bir eğitim benim anlatmak istediğim...

Şöyle ki;

Önce : Eş, anne, kız kardeş veya komşu teyze (fark etmez) alınır...

Sonra: Hayatlarındaki erkeklerin ( eş-oğul-baba vs.) nasıl olduğu ? Ve onların aslında nasıl
olmalarını istedikleri sorgulanır... Ev işlerine yardımcı, şefkatli, anlayışlı, paylaşımcı,
saygılı, sevgi dolu, duyarlı vs.vs.vs.

Burada amaç; Günlük hayatta çoğu kez farkına bile varmadan yaptığımız söylem ve davranışların bizim, eşimizin ve çocuklarımızın yaşamına yaptığı yanlış etkileri fark etmektir...
İşte aşağıda anlatılmak istenen de, bu kısır döngüyü kırmak için yapılan ümitsizce bir çabadır...L

Şimdi bir sorgulama yapalım;

Baba evi...

Kaçımız ? Sağlıklı normal bir genç kız olduğumuzun işareti sayılan Regl halinde, evdeki erkek kardeş veya babadan gizlice, anne ile banyoya kapanıp hem telaşlı, hem mutlu bu olayı aralarında yaşadı? ( Sünnet düğünleri cümle aleme duyurulup, birde üstüne göbek atılır iken ?)

Kaçımız ? Erkek kardeşleri, kız arkadaşlarını gururla anlatır ve ilişkilerini gönül rahatlığı ve baba desteği ile yaşar iken... Rahibe Teresa kıvamında ortalıkta dolaştık ?

Koca evi...

Kaçımız? Evliliğimiz boyunca, eşimizi yapması gereken işleri yapmadığı için uyarıp, karşılığını aldık..? Belki bir iki hatırlatma... Deneme, değiştirme çabası ama boşa çıkan emekler...

Kaçımız ? Sadece evin erkeği olan! babası veya kocası seviyor diye oturup saatlerce maç seyretti veya kumanda hükümdarlığına boyun eğdi ?

Kaçımız ? Başka bir şehirdeki ailesine veya yine başka bir şehre gezmeye gideceğim dediğinde... Kocasının gitmesine izin vermemesini ve üstelik bunu sizi düşündüğü için yaptığı açıklamasını duyunca içinden ‘ Ay canım beni seviyor ve kıskanıyor ’ anlamını çıkartacak kadar ümitsiz ?

Kaçımız ? Ne zamandır en sevdiği yemeği, eşi sevmediği için pişirmiyor?

Kaçımız ? Özel günlerde ( Evlilik yıldönümü,doğum günü vs.) alınmış gülleri kurutup, hatta yaprakları dökülüp, kararıp, kötü görünseler bile ‘Eşim benim için almıştı’ diyerek evimizin bir köşesinde saklıyoruz ? Tamam jest güzelde, kurutup saklamak yerine, arada yine tazeleri gelse...

Ve yine kaçımız ? Kadirizmin doruklarındaki Kadir İnanır ’dan duyarken çoğunlukla güldüğümüz ‘ Evimim kadını, çocuklarımın anası olacaksın ’ cümlesini, evlenme teklifi alırken veya beklerken, dünyanın en romantik cümlesi gibi algılarız ?

Şimdi biz böyle davranır iken...

Yapılan her harekette, Pollyanna misali iyi niyet çabaları arar iken...

Bu davranışlara ve uygulamalara sesini çıkarmayan, hali hazırda sessiz sakin bir eş, sevgili veya anne iken...

Kaç koca , sevgili veya baba ( kısaca erkek ) bu durumdan şikayet eder ve kendini değiştirir ?

Ve bu davranış ve hareketleri izleyip büyüyen çocuklarımızdan, eş veya anne baba olduklarında farklı davranışları nasıl bekleriz ?

Lütfen söyler misiniz... Biz kaç kişiyiz ???????


İyi haftalar diliyorum...

18.04.08

BÜYÜMEK !

Çabuk kırılıyorum...Resmen dağılıyorum...
Çok çabuk indiriyorum çevremde oluşturduğum kalkanlarımı....
Anında elim ayağım boşalıyor, kalbim kırılıyor...

İçimde bir yerlerde dünyalar yıkılıyor...
Göz ardı edemiyorum emeğimi, verdiklerimi...
Bu kadar duyarsız kalışlara, umursamazlıklara dayanamıyorum.

Unutmak affetmek istiyorum... Kendimi büyütmek...
Affetmek büyüklüktür derler ya hani.

Ancak affedersem içimden atabilirim belki şu koca yumruğu...
O yumruk ki günler ve gecelerce, her nefes alış verişimde...
Mideme sancılar girmesinin tek nedeni.

Yazarken ağladığım bu satırlar kadar değeri var mı yaşadıklarımın?
Yapılan iyiliklerin, karşılıksız verişlerin...
Demek ki yokmuş... En azından onların ve onun gözünde...

Peki ben neden bu kadar acı çekiyorum? Neden acıyor canım böyle?
İnsanın canını en çok değer verip sevdikleri acıtıyormuş meğer...
Bir kerede yanlış çıksa şu veciz sözler...

Bu hayatta hala ve hala... İnatla... Belki de kendi salaklığımdan!... Öğrenemedim ben...
O kadar kolay ki içimdekileri yüzüme gülüp iki tatlı söz söyleyene göstermem...

‘Cehenneme giden yollar iyi niyet taşları ile döşelidir’ sözünü hatırlatıyorum kendime..
Bu kaçıncı aldanışın, aldatılışın... Uyan artık kendine gel büyü diye!

Demek ki yaş almakla bir ilgisi yokmuş büyümenin...
Çalışmak, evlenmek, hatta anne olmakla da ilgisi yokmuş...
Önemli olan yürekmiş meğer...
Ne kadar safsa yüreğiniz... Ne kadar çocuksa hala...
O derece yaralanırmışsınız şu hayatta.

İnsan insanın değil, kadın kadının kurduymuş meğer..
Çok değil birkaç ay öncesinde yüze gülüp parlayan o gözler...
Şimdi kalkık bir kaşın altında, gereksiz bir kibirle ve gülerek bakıyorlar bana.
Ama o sahte gülüşlerin ardındaki bakışı da görebiliyorum ben.

Oysa bilse o gözler... Benim istediğim sadece ve sadece...
Mutluluğumu, sevincimi ve hüznümü paylaşabileceğim bir dosttu.
Hiç sahip olamadığım kız kardeşim gibi... Artık yanımda olmayan melek annem gibi...

Sorgusuz, sualsiz, hesapsız kitapsız bir ilişki...
Birinin eşi... Birilerinin annesi... Veya bir akraba olduğum için değil...

Sadece ben olduğum için... Soyut, öz, düz, basit... Sadece ben!
Belki de ‘sadece ben’ olduğum için olmuyor... Başaramıyorum...

Unutmak affetmek istiyorum...Kendimi büyütmek...
Affetmek büyüklüktür derler ya hani...
Meğer ne kadar zormuş... Gerçekten büyümek...???

İyi haftalar diliyorum...

12.04.2008

AÇ GÖZLÜ

Bir hayat yaşıyorum bende herkes gibi???... Mi acaba???

Sabah uyandım, boğazımda hafif bir acı... Bir de nezle başlamış, maşallah nereden geldiği belli olamayan sonsuz bir akıntı... Peçeteler kar etmedi bir rulo tuvalet kağıdı ile geziyorum.

Ev ahalisi okula, işe dağıldı... Geride, ‘az önce biz buradaydık bizi unutma sakın!’ diyerek bıraktıkları bin bir çeşit eşya?...

Mutfaktaki çekmecelerden çıkartılmış boy boy tencereler tavalar, plastik kaplar... Ve tabii ki yerlerde çeşit çeşit bisküvi ve ekmek kırıntıları, simit susamları, üzerlerine basıp çarpılmayalım diye her an elinde şarjlı el süpürgesi ile iki büklüm gezen ben...

Hastalıktan ve her Allah’ın günü, evimde oluşan, odaların hepsinin ayrı telden çaldığı, dağınık görüntünün de etkisi ile olsa gerek, daha bir halsiz hissediyorum kendimi...

Sonra, usta bir manevra ile hiçbir oyuncak arabanın üzerine basmadan veya sokak kapısının önüne kadar getirilmiş battaniye, bebek ve yastıklara takılmadan kendime bir yol açıyor ve oturup yazacak yer buluyorum.

Bir müddet bekliyorum... Hatta küçükken yaptığım gibi gözlerimi kapatıp içimden tekrarlıyorum...
‘ Gözümü açtığımda; dağınıklık toplansın, ev temizlensin, çamaşırlar yıkansın asılsın, ütülensin... Yemekler pişsin, hala inat ile evde yemek yemeyen oğlumun kurabiyeleri de pişsin... Ve hatta babama götüreceğim yemekler de bir zahmet... Marketten ve kuru temizlemeden alınacaklar ben gitmeden eve gelsin, bir de üstüne saçlarım fönlensin?... Hep özendiğim ama bir türlü yapamadığım çat kapı çıkacak gibi, süslü ve hazır halimle evimde sadece keyif için oturabileyim.’
Daha çok beklersin !! diye bir ses mi duyuyorum?...Yoksa başımın, boğazımın ve tüm vücudumun ağrısından halüsinasyon mu görüyorum?... Bilmiyorum.

Sonra her ne kadar cansız varlıklar da olsalar, elimin altında ve yakınımda onlar olduğu için bir güzel eşyalara sövüp sayıyorum... Tamam, bir bayana yakışmaz belki ama acayip iyi geliyor, ayrıca da tavsiye ediyorum :)

Yaşamamız için gerekli olan! Kıyafet, ayakkabı, koltuk, yatak, yorgan, çatal, kaşık, televizyon, oyuncak, vs.vs.vs... Gerçekten ihtiyacımız var mı bütün bu eşyalara? Sadece ihtiyaçtan mı alınmıştı dolaplarda asılı duran onlarca kıyafet, ayakkabı ve çanta? Böyle düşünüyorum zira şu an sadece potansiyel dağınıklık nedeni olarak görüyorum hepsini.

Kendimizi hapsettiğimiz ve adına ev dediğimiz bölmeli büyük odalarda birikiyor da birikiyor eşyalar...

Sonra gelsin dağınıklık ve bu dağınıklığı toplayacağım diye aslında ‘kendini dağıtan’ kadınlar...

Gelsin çok fazla eşya ve oyuncağı olduğu için kıymet bilmeyen çocuklar...

Haftanın beş günü çalışan evin beyinin düzinelerce gömleği, kravatı, ayakkabısı...

İkizlerime; ‘ay bu da kızıma veya oğluma çok yakışır veya nasılda sevinir ve oynarlar’ diyerek aldığım veya aldığımız dolaplar dolusu kıyafet ve oyuncak.

Tüm kadınlar gibi süslenmek ve güzel görünmek arzusu ile aldığım bir dünya kıyafetim... Şu an çalışmasam da, iş hayatı günlerinden kalan eski bir alışkanlıkla aldığım etek-ceket takımlar!!!

Eş dost ile de aynı konuda konuşuyorum... Anlıyorum ki herkesin problemi bu gereksiz alış verişler...

Ruhlarımızda ki açlığı mı doyurmaya çalışıyoruz, yoksa gözümüzü mü? Bilmiyorum…

Ne olacak sonumuz böyle? Al, tüket, yok et!

Sonra; 30 yıldır giydiği kırmızı süveteri, yakası çevrilmiş eski gömleklerinin içinde kendinden gayet emin duruşu ve yüzüne yansıyan huzur dolu ‘ ben bunları aştım’ bakışı ile Tema vakfı başkanı Hayrettin Karaca’nın bir lafı geliyor aklıma;

‘Dünyada tüm insanları doyuracak kadar yiyecek var ama gözü aç olanları doyuracak hiçbir şey yok.’

Gözümüzde aç değil ama, öyle bir zamanda yaşıyoruz ki farkına bile varmadan hepimiz bazen birer alışveriş canavarına dönüşebiliyoruz diye düşünür iken...

Birden aklıma geliyor... Heyecanlanıp,seviniyorum...

Hemen üstüme bir şeyler geçirip dışarı atıyorum kendimi...

Ve aşkımın doğum günü için, alış veriş yapıp...

Bir kaç saat önce kızıp sevimsiz laflar ettiğim gömleklerine bir yenisini daha ekliyorum ???


İyi haftalar diliyorum.
06.04.2008

Aşkıma ; Hayatımın anlamı, sevdiğim, bir tanem, canım kocam...
İyi ki doğmuşsun... İyi ki benim eşim ve çocuklarımın babası olmuşsun...
Doğum günün kutlu olsun.

12 Nisan 2008 Cumartesi

HOŞGELDİN BEBEK :))

Ah bebek…Bir bilsen nasıl sevildiğini ve beklendiğini…
Senin için ne üzüntülere ve hastalıklara direnildiğini…
Her gün ve gece senin için ne çok dualar edildiğini.

Annen senin için bütün bebek gelişimi kitaplarını okudu…
Babacığın daha bir gayretle sarıldı işine gücüne…
E kolay değil yeni sorumluluklar ediniyordu.

Ah bebek… Bir bilsen ne kadar şanslı olduğunu…
Senin için sen doğmadan ne hazırlıklar yapıldı…
Odan, karyolan, tulumların, zıbınların… Pudra kokulu minik oyuncakların.

Aylarca seni hayal etti anne ve babacığın…
Ellerinde bir tek ultrason fotoğrafın.
O kadar sevdiler ki resmini bile, konuştular seninle
Ve dillerinde hep aynı şarkı…
Annenin göbişinden seslerini duyarsın diye

Kırmızı pabuçları duruyor başucunda
Başı düşmüş yastığa uyuyor mışıl mışıl
E bebeğime e ee
Minik minik kolları düşmüş iki yanına
Dalmış pembe düşlere dünyalardan habersiz
Düşlerin getirdiği mutluluk olsun sana
Sevdiğin ve sevildiğin bir hayatı sür bebeğim
Günün günden güzel olsun
Minicik yastığını paylaşmış bebeğiyle
Alacaklarmış gibi sarılmış elleriyle
E bebeğime e ee

Ah bebek… Bu gün senin için toplandı herkes… Senin doğumun için…
Senden gelen iyi haberler ve o kocaman çığlık hepimizin sevinci oldu...
Sonra seni gördük... Dünyalar güzeli bir melek
Şimdi bize düşen sadece bu mucize için yaradana şükretmek.

Ve şimdi ben senin için… Aslında bütün bebekler için…
Tek bir şey dilerim Allah’tan...
Sağlıklı, başarılı ve dolu dolu yaşa ömrünü,
Hayırlı bir evlat ol, ailen ve vatanın için
Ve iyi bir insan ol, kendi mutluluğun için...

Aileye hoş geldin EZEL bebek… Artık yaşama sırası sende.

Not: Bu yazıyı hamile iken, henüz ikizlerim olacağını bilmediğim ve cinsiyetlerini öğrenmediğim bir dönemde çala kalem yazmıştım… Şimdi yıllar sonra bir kitabın arasında buldum yazımı ve üzerinde bir kaç ufak değişiklik ve ilave ile 28.03.2008 de ailemize katılan minik EZEL için yeniden düzenledim... Şimdi benden ona ve anne babasına ufak bir armağan olsun.

Sevgilerimle,
İyi haftalar diliyorum...

31.03.2008

31 Mart 2008 Pazartesi

SAF!!

Geçtiğimiz haftalarda köşe yazılarımdan birinde ‘ Zor Olmuyor mu ? ’ başlığı altında bir yazı hazırlamıştım.Yazımda ikizlerimizi gören herkesin acıyan bakışlar ile yukarıda ki soruyu sorduğunu ve benimde ‘Hayır olmuyor,biri de aynı emek ikisi de ’ şeklinde cevap verdiğimi yazmıştım...

Şimdi bu yazıma hitaben kendimi yılın, yok yok hatta son 3,5 yılın ‘ SAF ’ ı ilan ediyorum.

Çünkü artık aydım, uyandım... Geç oldu ve hatta güç oldu ama sonunda oldu.

Ben de, kısa süreliğine de olsa tek çocuklu bir anne olmanın keyfine, farkına ve tadına vardım.

İnsan anne olunca hani başka bir canlıya dönüşüyor ya... Hani açıyor kalkanlarını yavrusunu görünen görünmeyen bütün tehlikelerden korumaya çalışıyor... Yada bazen öyle kaptırıyor ki kendini, aman çocuğumun gelişiminde bir eksiklik olmasın, sağlığı, büyümesi, beslenmesi, mutluluğu tam olsun diye uğraşırken dünya ile irtibatı kesiyor...

Ben çok kesmesem de irtibatımı, yer yer çekmediğim dönemler oldu... Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor lütfen daha sonra tekrar arayınız, dönemleri yaşadım ben deJ

İşte böyle dönemlerde, ben çocuğu olan her anneyi benim gibi -yani bir ikiz annesi gibi- zannederdim.

Sorarlardı ; Ayy nasıl başa çıkıyorsunuz ? Zordur bakmak di mi ? J vs.vs.vs.

Cevaplardım ; Zor oluyor tabii ki olmaz mı ? Yapıyoruz işte bir şeyler, öyle böyle bu günlere getirdim çok şükür... :)

Büyük bir teveccüh ! ile karşılardım iltifatları; Aman efendim ne olacak annelik görevimiz, anne olmak bunu gerektiriyor, falan filan...Bak bak bak laflara bak... Ah benim saf kalbim ah!!!!

Geçen haftaya kadar böyle cevaplar verirdim, bir de serde - genelde erkekler de bulunur derler ama -yiğitlik var ya öyle ağlanmayı, ah öldüm bittim sızlanmayı da sevmem çok şükür. E o zaman uğraş dur.

‘Ay’ ma olayımıza gelirsek;

İki hafta önce bir hafta sonu, yardımcımın da gelmemesinden istifade eşimle çocukları bölüştük...
Ben kızımı, eşim oğlumu aldı...

Ben kızımla çarşı pazar gezdim, alışveriş yaptım. Kendimize yeni kıyafetler aldık, büyük bir sükunet ve huzur içerisinde dolaştık, hatta oturup bir şeyler bile yedik.J (İlk uyanışlar)

Eşim oğlumla, sinemaya gitmiş, gezmiş ve onlarda bir yerde oturup sakin sakin yemek yemişler.
( Şimdi e bunlar normal, zaten yapılan şeyler dediğinizi duyar gibiyim, zira duymuyorum, sadece duyar gibi yapıyorum ??? Tamam bunun sonu yok. Kestim.)

Sonra yine bir gün aynı işlemi, eş (Çocukları kast ediyorum:) değiştirerek yaptık. O gün de çok güzel geçti... Yazık, benim canım yavrularım doğdukları günden beri ister istemez her türlü ilgi ve sevgiyi paylaşmak zorunda kaldıkları için onların da çok hoşuna gitti. ( Aman allah’ım acaba mı? lar )

Ve sonra yeniden, bazen evde ben biriyle kaldım ev işlerine yardım etti kalan yavrum, bazen de eşim tekrarladı aynı şeyi.

Böyle birkaç denemeden sonra birden; dank dank dank mı etti yoksa cıngıl cıngıl cıngıl ziller mi çaldı ? hatırlamıyorum...

Gözümü açtığımda UYAN’mıştımJ

Yaa meğer ne kolaymış tek çocuk sahibi olmak;

İstediğin yere tek başına al çocuğunu git.
( İki çocukla özellikle küçükler iken tek başınıza bir yere gidemiyorsunuz, çünkü en basitinden bir ağlama sırasında bile hangisine bakıp kucağınıza alacağınızı şaşırıyorsunuz. Büyüyüp ayaklanınca da durum aynı, biri bir yana diğeri başka yana gider...Peki anne nereye?)

Evdeysen eğer otur yanına beraber oyna
( Dağıtan, oyunu bozan, durup dururken gelip kardeşini ısıran yok)

Yemeği ve sofrayı hazırla bir kerede otur ye kalk.
( Önce kızım, sonra oğlum ve en sonda bizim için 3 defa, aralarda abur cubur yeniyorsa eğer sayısız kere hazırlanan masa)

Çocuğun hasta olursa eğer, bütün ilgini ona ver bak ilacını vs. içir iyileşsin... Hastalık süreci en fazla 3-4 günde geçsin.
( İki çocuk sırayla hastalanır, nazlanır, ağlar, huy değiştirir... Anne bu süreçte hangisi ile ilgileneceğini şaşırır, ateşler ve şurupların karışmaması için takip çizelgeleri hazırlanır ve bu zorlu maraton ve iyileşme süreci minimum 10 günü bulur.) Vs.Vs.Vs.

Bu yüzden artık bana bir daha ve daha çok sorun lütfen !! Nasıl bakıyor, büyütüyorsunuz? Zor olmuyor mu ? diye... Ben de size en baştan uzun uzun anlatayım J

İMZA: Bu aralar baharında etkisi ile hafiften uçmuş.... SAF ! Yüreği hiçbir yerlere sığmayan, içindekileri ve yaşadıklarını paylaşmak isteyip yazan, ama yine de derinlerde bir yerde bu yazdıkları içinde pişmanlık duyup –İçinden Allah’ım sen beni bilirsin, şikayetçi değilim çocuklarım için sana binlerce şükrederim- diye dualar eden bir ikiz annesi J

İyi haftalar diliyorum
24.03.2008

20 Mart 2008 Perşembe

KADIN HAKKI

8 Mart Dünya Kadınlar Günü,tüm dünyada kadınların kutladığı uluslar arası bir gündür.
1975 yılında dünya kadınlar gününü ilan eden BM örgütü 16 aralık 1977 tarihinde 8 mart’ın dünya kadınlar günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
Bu bildik kadınlar günü tarifinin ardından yazabilirdim aslında...
Kadınlarımızın sorunları; Eğitim eksikliği, dayak+cinsel şiddet, töre ve namus cinayetleri, çalışsın veya çalışmasın emeğinin karşılığını alamadığı için çoğu yerde ve konumda hala ikinci sınıf insan muamelesi, görücü usulü evlilikler, aile ve mahalle baskısı vs.vs.vs.
Ancak, zaten herkesçe bilinen bu sorunların çözümü için ne yazık ki tek bir gün içerisinde, konuşma, seminer, yürüyüş vs. etkinlikler düzenlenir, kadın sorunları ve iyileştirilmesi için çareler aranır ve bunların genel toplamına da kutlama denir. Bu arada kutlanması gerekenin ne olduğunu hala anlamış değilim, kalan 364 gün erkeklerin iken...
Ve aslında bu günde en çok anlatılması, özellikle erkeklere duyurulması gereken bir şey var ki o da;
Kadını dışlamanın erkek tarafından ödenen bedeli...
Pervin Erbil’in ‘Kibele’den Pandora’ya-Kadının Tarihsel Yenilgisi’ kitabında belirttiği gibi;
...Kadının toplumsal üretimin ve sosyal yaşamın dışına itilerek haklarından mahrum bırakılması ve aşağılanması,yaşamını onunla paylaşmak durumunda olan erkeği de sanıldığı kadar yükseklerde tutmadı.Kadını baskı altına almıştı ama egemenliğinin ödemek zorunda kaldığı bir bedeli vardı.Sonuçta,haklarını kısıtlayarak aşağıladığı karısı, kızı, annesi, kız kardeşi yada sevgilisi olan bu insanlarla beraber yaşamak zorundaydı ve yarattığı ortamdan kendisinin de etkilenmesi kaçınılmazdı...
...Erkek egemen ideolojinin değersizleştirdiği,aşağı ve ikincil konumlarının hırçınlaştırdığı,komplekslerinin boğuntusundaki kadınların yetiştirdiği çocuklar,kendilerinden emin,güvenli,sevgi dolu, dengeli özgürlüklere ve haklara karşı saygılı, barışçı kimseler olamazlar. Onların da kadınların sağlıksız dünyalarında esen fırtınalardan paylarını almaları kaçınılmazdır.Böylece sertlik, baskıcılık, kuşkuculuk, güvensizlik, sevgi yoksunluğu ve kavgacılık kader olur ve bu kişilik yapısı da,kadının aşağı konumunun erkek tarafından ödenen bedeli olur...
Demek ki neymiş; önce kadın hakları, sonra minik ‘Hakkı’ lar ...:))
Görmüş geçirmiş,muhtemelen de ermiş bir dede ile konuşurken sormuşlar.
- Dede, ailenin başı kadın mıdır? erkek mi ?
- Erkek baştır
- Peki kadın nedir?
- Kadın boyundur, başı nereye isterse oraya çevirir...:))

İyi haftalar diliyorum.

09.03.08

10 Mart 2008 Pazartesi

ŞEHİT

ŞEHİT

Bir anne olarak, tanımadığım anneler ve evlatları için ağlıyorum şu son bir haftadır...

Hemen her gece, şehit haberlerinde, bazen ağıtlarıyla bazen üzgün ama mağrur duruşlarıyla evlatlarını toprağa veren anneler için...

İnsan ister istemez bir empati kuruyor, kendini o annelerin yerine koyuyor.

‘Ona bir şey olursa ben ne yaparım’ oluyor ilk düşünce... Ama her ölümde olduğu gibi, giden değil kalan ölüyor aslında... Canının canını kara topraklara verirken, o sonsuz acının içinde derinlerde bir yerde şimdi ben ne olacağım korkusu büyüyor. Onsuz bir hayat düşünülemiyor çünkü... Her ölüm ayrı acı veriyor belki, ama evladın olursa cansız yatan... Bunun tarifi imkansız oluyor.

Şehit olan evlat; ‘Şehitler ölmez vatan bölünmez’ nidaları ile uğurlanırken cennet mekanına, anne de kendi cehennemine doğru yola çıkıyor.

Daha önce okumuştum ama yine aldım elime; Osman Pamukoğlu’nun hem ders hem de anı kitabı niteliğindeki müthiş eseri; ‘Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok’... Öyle güzel ve anlamlı bir kaç paragraf var ki savaş ve şehit anneleri için, yazmasam olmazdı...

‘Bugüne kadar tüm savaşlarda sadece ve sadece anneler kaybetmiştir. Başka hiç kimseye bir şey olmamıştır. Hiç bir sonuç annenin mezara kadar devam edecek olan yüreğindeki ateşe derman olamaz.’

Tabii ki sadece anneler değil; eşler, yeni doğan ve babasını kokusunu bile tanımadan kaybeden bebekler, bundan sonra koşturup kucağına atlayıp sarılacağı veya güvenli kollarına sığınacağı babacığını kaybeden çocuklar.

‘Yurt savunmasını bizim milletin yüreklerine kurulmuş kalelerle yapıyoruz. En büyük, en etkili silahımız ve gücümüz onun vatan sevgisi ve çocuklarını bu asil duygu için şehit olmaya adamaları.’

Her ne kadar ‘çekip gitmek’ isteyenler olsa da, ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, vatan uğrunda ölen varsa vatandır’ düşüncesine sahip anne babalar ve evlatların yaşadığı bir vatanım olduğu için gurur duyuyorum ben... Umudum bir gün bu acıların son bulması yönünde...

Yazımı hazırlarken duydum Güneş Harekatı’ nın sona erdiğini ve birliklerimizin geri çekildiğini...

Harekata adını veren, şehit kızı çıplak ayaklı Güneş...

Ve Dağlıca da ki diğer şehitler... Kanınız yerde kalmadı işte... Huzur içinde uyuyun yerinizde...

Umarım ki; sizin içindi bu harekat... Umarım ki; ‘örtü’ arada kaynasın diye can vermedi, 24 asker 3 korucu, toplam 27 evlat...

‘Acı çekmeyen ve çekenlerden haberi olmayan acıları dindirmenin yollarını aramaz, arasa da doğru şekli bulamaz.’

Şimdi ben bu söz üzerine ; Yönetemeyen yöneticilerimize hitaben birkaç kelam daha etmek isterdim ama...

Bana ne hacet....

Zaten ne demiş Fuzuli; ‘ SÖYLESEM TESİRİ YOK; SUSSAM GÖNÜL RAZI DEĞİL ’


İyi haftalar diliyorum...

03.03.2008

UYKUDAN ÖNCE

UYKUDAN ÖNCE

Sabah kalkılır, bir telaş ve koşturmaca içinde giyinilir, anaokulunun yolu tutulur...

Gün geçer biter, akşam olur... İkizleri servisten alırken, servis öğretmenlerinin yüzündeki yorgun ifadeden bizi nasıl bir gece beklediğini az çok anlarız ancak bu ihtimali düşünmemeye çalışıp, meleklerimize toz kondurmayız...

Çocuklar eve gelir, üst baş değişir, yemek hazırlanır, baba beklenirken birlikte günün kritiği yapılır... Trencilik, kovalamaca, kule yapma, yatakta zıplama, dans ve benzeri oyunlar bolca oynanır... Burada amaç mümkün olduğunca ikizleri yormaktırJ... Ancak, 10 dakikalık uyku ile bile 6 saat yetecek enerjiyi toplayabilen çocuklar için henüz yorgunluk diye bir kavram yoktur.

Sonunda babamız evine gelir, biraz da baba ile boğuşulur. ( Boğuşulur burada oynanır anlamındaJ..)
Yemek yenir, masa toplanır ve hep birlikte lego, puzzle, resim vs tarzı oyunlar oynanır.

‘Çocukların uyku saatine yakın fazla hareket gerektirmeyen oyunlar oynamak, televizyonu kapatıp, ışıkları kısmak uykuya geçişi hızlandırır.’

Sonra anne ve baba, ikizlere yatma vaktinin geldiğini, saatin dokuz olduğunu haber verir…
Bunun üzerine çocuklar tarafından birkaç itiraz cümlesi kurulur.

Eren; Hayır!!! yatma vakti gelmediii... .Anne daha uykum gelmedi!!daha yemek yiyeceğiz???
( Sevgili oğlum uyumamak için yemek yemeğe bile razı.J)
Elif; Saat dokuz olmadı,... Oyuncak istiyorum... Çişim geldiiii, yine çişim geldiii...
Eren; Benim de geldiii...Yıldızlı kitap istiyorum...

Bir süre -ki bu yaklaşık 10 dk.- evimize çığlık ve bağrışmaların yarattığı bir uğultu hakim olur...

‘Çocukların inatçılığı çoğu kez ciddi olmayıp dikkat çekmeye ve sizi kendileriyle meşgul etmeye yöneliktir. Çocuk isteğinin yerine gelmesi için yüksek sesle ağlayabilir, kendisini yere atıp tepinebilir. Biz buna “tiyatro yapma” diyoruz. Hiçbir oyuncu seyircisiz oyuna devam etmez. Oynaması için seyirci gerekir. Ağlamaların, kendisini yere atmaların ciddi olup olmadığını anlamak için etkilenmemiş gibi davranın, onu kendi haline bırakıp o mekânı terk edin. Tiyatro yapan çocuk boş odaya oynamayacağı için ağlamayı ve tepinmeyi kesecektir.’

Meleklerim mutlaka bir kitap karıştırarak uzun uzunJ tuvaletlerini yaparlar, tuvalet faslından sonra pijamalar giyilir... Oğlumun kırmızı yastığı ve mavi battaniyesi, kızımın ördekli yastığı ve renkli battaniyesi, uykuya dalmadan önce hala biberon ile içtikleri su ve sütleri hazırlanır... Ve kaçınılmaz son’a yani anne ve babanın yatağı olan ‘büyük yatağa’ doğru yola çıkılır. Yatak odasında yıldız şeklindeki tepe lambamız gece lambası konumuna getirilir, yatağa yatılır ve şarkı başlar...

Parlak parlak minik yıldıııız, sen nesin merak ettik...
Dünyanın çok üstündeee, elmas gibi gökyüzündeee,
Parlak parlak minik yıldıızz, sen nesin merak ettiiiik...

Şarkı biter, bütün hayvanlara, oyuncaklara, arkadaşlara, öğretmenlere, tüm aile bireylerine ve büyüklerine iyi geceler ve iyi uykular dilenir.

‘Uykuya gidiş bir seremoni şeklinde gerçekleştirilirse bu bebek veya çocuk için çok iyi olur. Belli bir saat saptanabilir, banyo yaptırılabilir, pijamaları giydirilebilir ve daha sonra yatağa götürülebilir. Bunların hepsi birer basamaktır. Dolayısıyla bebek veya çocuk bu adımları öğrenecek ve bunlara uymaya başlayacaktır. Bu da uykunun belli bir rutine girmesine yardımcı olacaktır.’

Anne veya baba, o gece ikizleri uyutma sırası hangisinde ise, kısa bir hikaye okur sonra gözümüzü kapatıyoruz iyi uykular meleklerim der ve çocuklar uyuyana kadar yaklaşık yarım saat onların yanında yatar. Daha sonra da uyuyan çocuklar kendi yataklarına taşınır.

‘Çocukların kendilerine ait bir yatakta ve ebeveynlerinin olmadığı bir odada uyumaları özellikle anne-babadan bağımsızlaşabilme, cinsel gelişim ve genel kişilik gelişimi açısından zannedildiğinden çok daha önemlidir ve ruh sağlıklarının korunmasını sağlar.’


Şaka gibi değil mi? Şaka değil ama, olayımız bu bizim... Maşallah uzunca bir süredir böyleyiz... Şimdi içinizde bu duruma özenen, bizde bu günleri görür müyüz acaba? diyen bir çok anne baba var eminim... Ne demişler ‘nazar etme ne olur çalış seninde olur’...J

Çünkü biz bu aşamaya gelinceye kadar çok çalıştık... İki çocuk, iki farklı huy ve karakter, inanın hiç kolay olmadı... Bir dönem, salon da uyuduk, bir dönem oyun odası ve oturma odasında sonrasında antrede?? Ve o zamanları öyle şimdiki gibi yat uyu olarak geçirmedik haliyle... Genelde oğlum baba ile, kızımda benim ile uykuya daldı.

Aslında ikiz sahibi ebeveynlere çocukları paylaşmamaları öğütlenir, ancak gelin görün ki o dönemlerde bir çığlık, ağlama krizi ve iki kardeşin birbirini ısırmasına kadar varan kavgalar sonucu ne yazık ki uyku konusunda buna pek riayet edemedik.

Ama düşünüyorum da, bir yerlerde bir şeyleri doğru yapmışız yine de... Çoğu aile bir çocuk ile uğraşırken, biz bir hayli başarılı sayılırız aslında... Belki de bu tarz konularda ikiz sahibi olmak da bir avantaj, birbirlerini taklit ediyorlar, bu yüzden de kolay uyum saplayıp kolay öğreniyorlar çoğu şeyi... Sanırım Rabbim dağına göre karını da veriyor...J

Doğumdan önce ve sonra bebek ve çocuk bakımı, ikizler ve üçüzler psikolojisi vs. ile ilgili kitapları hatim etmemim ve çocuk yetiştirmekte aslında en önemli konulardan biri olan eşler arasındaki fikir birliğinin de çok faydası oldu tabii ki... Eşimle birlikte katıldığımız bir toplantıda konuşmacı olan bir dr. bu konu için aynen şu yorumu yapmıştı.

‘ Çocuklar siz farkına bile varmadan aranıza girer sizi fikir ayrılığına düşürür ve sonunda istediğini alır.’... O zaman karar vermiştik, biz bu tuzağa düşmeyeceğiz diye...J Ve sanırım iyi de gidiyoruz.

Artık sırada, ikizleri gecenin bir yarısı anne ve babanın yanına yani ‘büyük yatak’a gelmekten vazgeçirme çalışmalarımız var... Gece korkuları bir yandan, rüyalar bir yandan....

Daha çok çalışmamız lazım çok...


İyi haftalar diliyorum.

24.02.2008

ÇOCUK VE AŞK

ÇOCUK ve AŞK

Geçti... Kaç gün oldu, farkındayım… Yazıldı, çizildi, hediyeler alındı verildi...
Ama, günün anlam ve önemine hitaben !!!
‘Sevgililer günü’ için sen de yazı yazmalısın diyor içimdeki ses...Yazman lazım,lazım da nasıl ve kime yazmam lazım?

Genelde bu tarz ‘sevgi dolu’ yazılar -doğal olarak- sevgilinize veya eşinize hitaben yazılır.
Bir dakika aman, eşimi sevmiyor veya sevilmiyor değilim yanlış anlaşılmasın J.

Ancak bendeniz gibi 8 yıllık evlilikten sonra bile, eşine olan sevgisini, mutluluğunu ve bağlılığını ifade etmek için AŞKIM dan başka bir hitap şekli bulamayan...???

Veeeee......

‘ Sevgilim, canım, bir tanem, hayatım, tatlım ya da ismin sonuna getirilen cım, cum vs eklerinin yanında mavişim, bal gözlüm, selvi boylum’ diyerek methiyeler düzemeyenlerden ama bunun yerine, aşkını sade ama gerçek yaşayanlardan iseniz... Kulubümüze hoş geldiniz J

Eşler veya sevgililer birbirlerine, allayıp pullayıp süslü laflar ettikleri zaman, bana elindeki malın kusurunu örtmeye çalışan pazarlamacıları hatırlatırlar nedense, hiç samimi gelmez bu tavırları... İşte bu zihniyettekiler için ‘’Sevgililer Günü’’ bulunmaz nimettir...

Bakınız örneğe; ne demiş Ebru Şallı kocasına sevgililer günü mektubunda ‘ Aşk, seninle birlikte Pilates yapmaktır’???.... Yazık bana yazık ki, ben daha pilates nasıl yazılır diye Google’da gezeyim... El alem yapsınJ.

Bir kere, zaten işin mantığına karşıyım sevgili okurlar... Sevmenin ve sevginin günü mü olur? Tek bir güne bağlanır mı her şey ? Bir gün önce, sevmiyor veya sevilmiyor muydunuz eşiniz veya sevgiliniz tarafından ? Bu ispat etme çabası niye? En aşık benim, en büyük aşkı ben yaşıyorum diye... Zaten öyle olmasa ne işiniz var ki hayat arkadaşınızın yanında...?

Herkes hediye derdinde...
Romantizme bakmıyor artık kimse...!
Nerede o ölümsüz aşklar? İki gönül bir olunca seyran olan samanlıklar?
Tam bir pazarlama mantığı ile bütün dükkanlarda sevgiler günü indirimleri....!!! Aslında indirivereceksin o vitrinleri...!!! Sonra mı....??? Sonra sevgilinle ve elinde bir demet çiçekle karakolda geçireceksin o malum günü ve geceyi... İşte size unutulmaz bir sevgililer günü hediyesi J...
Aslında fena fikir değil, denesem mi acaba? Evliliğinizdeki heyecanı kaybetmeyin demiyorlar mı bu işlerin uzmanları... Hem eşim avukat, belki eş durumundan....?????????

Tamam, konuyu dağıtmayalımJ

Sevgilim bir değil ki benim, hangi birini yazayım?...

Sevgilim eşim, sevgilim çocuklarım, sevgilim ailem, sevgilim dostlarım, sevgilim Atam, sevgilim vatanım, sevgilim toprağım..
Örnekler çok... Sevmek... Sevilmek ve Aşk için...
Ama benim en beğendiğim ve değer verdiğim yaşamımızın anlamı çocuklardan gelen aşk tarifleri...
Büyükler girince işin içine...Ne bileyim, tadı kaçıyor sanki aşkın... Neyse,okuyun ve kararı siz verin...
Aşağıdaki tarifler, ilk okul 3.sınıf öğrencilerinin, Aşk nedir? sorusuna verdikleri cevaplar.....

Sedat: Aşk bir kızı sevmektir. Kızın huyları ve hareketleri güzelse bu bir aşktır. Kızın gözleri maviyse adam o kıza aşık olurJ
Yağmur: Önce tanışırlar... Kız düzenli besleniyorsa erkek ona aşık olurJ
Şirin: Birine yardım edersen o sana aşık olur. Çok sever ve yemeğe davet eder J
Ümit: Aşık olup evlenirler. Sonra adam eve gidip kadını dövüp yemek yaptırır. Ben aşık olursam kızı lokantaya götürürüm...L....J
Gizem: Aşık olunca erkek, kızı okuldan sonra takip edebilirJ
Batuhan: Önce tanışıp aşık olurlar. Sonra el ele yürürler, kafeye giderler. Sonra nikah kıyılır, kına gecesi yapılır. Sonra da hemen çocukları olurJ
Hamit: İnsan sevdiklerine aşık olur. Ben Allah’a, Atatürk’e ve öğretmenime aşığım. Birine daha aşığım ama onu yazamam. Ama o Japonlara benziyor:J
Elif: Aşık olunca insanlar hep sevdiği kişiyi düşünür. Hep onu hayal eder ve hep onu görmek ister. Ona sevgisini belli etmek ister. Aşk bir kişilik değildir; iki kişiliktir.

Hepinize çocuklar kadar saf, temiz ve katıksız bir aşk....
Ve iyi haftalar diliyorum.

17. 02. 2008

EMANET

EMANET

Sanki, Reşat Nuri Güntekin’in eseri Çalıkuşu’ndan bir sahne.

Cübbe’li uzun sakallı bir hoca bütün bir sınıfa tekrar ettiriyor... ‘Ca ceyli cumbur leyli caba cula da cab cub’...????

En ön sırada oğlum var, oğlanlar önde oturuyor,arkalarda bir yerde kızımı görüyorum, başında minik bir örtü yarım yarım kelimelerle tekrar etmeye çalışıyor söylenenleri.....?????

Birden uyandım,nasıl da huzursuz etmişti beni rüyası bile... Son günlerin malum tartışması türban’ın beni bu kadar etkilediğini ve bilinç altıma işlediğini fark etmemiştim.

Kalkıp ikizlerimin yanına gittim, uykudaki meleklerimi seyrettim bir süre... Düşündüm acaba yersiz mi bu endişelerim diye?

Bir yanım; olur mu canım hiç öyle şey? 83 yıllık Cumhuriyetimiz var bizim, Cumhuriyetimize sahip çıkan aydınlarımız ?? var... Atatürkçü gençlik var diyor.

Diğer yanım; bu zihniyete sahip yönetenlerle, bu uygulamalar böyle giderse bir 20 yıl sonra rüyamdaki sahnenin gerçek olmayacağını kim garanti eder diyor.

Saate bakıyorum sabahın altısı, garip bir şekilde dinç hissediyorum kendimi,yatmam artık ,bu güne kadar kimler kurtarmadı şu vatanı birde ben kurtarayım diyerek düşünmeye başlıyorum.

Üniversiteler için yapılan türban düzenlemelerinde; ‘ Kişi, başını örtme şekli yüzünden eğitim hakkından alıkonulamaz’ ibaresi var, dikkatimi çekti cinsiyet belirtilmemiş, yani yarın öbür gün sadece türbanlı değil,kafasına sarığı bağlayan erkekte girebilir bu kurumlara... Fazla mı abarttım? Umarım siz haklısınızdır.

Daha anayasa değişikliği onaylanmadı ama Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, olayı bitirmiş?
-Tesettürlü hanımlar doktorluk,avukatlık yapacaklarsa şu şekilde giyinmelidir- diye tesettür tarifleri yapıyor? Tamam, eğitim herkesin hakkı, ancak bu ve benzeri söylemler bu işin sadece üniversitelerde kalmayacağının açık bir göstergesi... Fazla mı abarttım? Umarım siz haklısınızdır.

Yanlış anlaşılmasın ben türban’a değil, türban adı altında yürütülen ideolojiye ve din istismarına kızıyorum... Kadının kendi tercihidir ve kendi yorumudur. Başını örter veya örtmez... Türbanı bir namus meselesi haline getirip, kadın ancak başı kapalı olduğu zaman toplumda erkeklerle bir arada rahat olabilir mantığı, aslında tamamı ile kadını ikinci sınıf insan konumuna sokmak ve sindirmek isteyen erkeklerin dayatmasıdır.Türban kadınların baş örtüsü ve tercihi? dolayısı ile onların sorunu olduğu halde, üniversitelerde türbanı serbest bırakmaya ilişkin yasa teklifini hazırlayan komisyonda bir tane bile kadın yok! kararı yine erkekler veriyor!... Fazla mı abarttım? Umarım siz haklısınızdır.

Çoğu Türk ve Müslüman ailede olduğu gibi bizim ailemizde de örtülü bayanlar vardı... Anneannem ve babaannem de başını örterdi... Güzel bir manto veya döpiyes takımın üstüne çene altından bağlarlardı baş örtülerini (türban değil), ikisi de namazını kılar, dini ibadetlerini yapardı.

Ne başı açık olan, başı kapalı olan tarafından hor görülürdü, ne de kapalı olan, açık tarafından... İnsanlarda hoşgörü vardı, saygı vardı... Şekilci değildi kimse, bir amaç ve taraf için kapanmazdı başlar, yapılmazdı ibadetler.

Rahmetli annem, ilk Ayet-el Kürsi’yi öğretmişti bana... Ramazanlarda orucumuzu tutardık ailece. Daha 7-8 yaşlarında iken yaz tatillerinde Kuran kursuna giderdim, mahallemizdeki bir çok ailede aynısını yapardı, gayet doğal karşılanırdı bu durum çünkü o zamanlar dinci-dinsiz diye bir ayrım kimsenin aklına gelmezdi... Bizde her Türk ailesi gibi dinimizi yaşardık... Atatürkçü,Laik,modern bir aileydik ve buna rağmen biz yine de Müslüman’dık!!!

Şimdi ise öyle bir ruh hali var ki ; Laiklik= Dinsizlik şeklinde... İşte ben en çok bunun için üzülüyorum, işte bu yüzden bir yandan çocuklarıma hem Allah sevgisi, hem de Atatürk, Cumhuriyet ve vatan sevgisi vermeye çalışıyorum..

Onlara;
Allah’a ibadet ve dua etmeyi öğretiyoruz ama anne babaya veya bir muhtaç kişiye yapılan yardım da bir ibadettir, hayır işi ve ibadet gizli yapılır, o Allah ile kul arasındadır da diyoruz...

Onlara sevmeyi öğretiyoruz, anne-baba-çocuk-hayvan-bitki-insan vs eğer içlerinde bu sevgiyi büyütebilirsek, Allah sevgisi de oluşur diye düşünüyoruz...‘Yaratılanı sev yaradan dan ötürü’.

Onlar;
Her ezan sesi duyduklarında ellerini açıp Amin Allah’ım diyorlar.
Paraların üzerinde, takvimlerde, kitaplarda nerede görürlerse görsünler Atatürk’ü tanıyorlar.
Ay-Yıldız gördükleri her resim veya gökyüzü bile olsa onlara Türk bayrağını hatırlatıyor.
Türk’üz Cumhuriyetin, göğsümüz tunç siperi, diye marşlar söylüyorlar.

Henüz çok anlamasalar da, şaşkın şaşkın bakıp beni dinleseler de devam edeceğim. Edeceğiz.

Bir savaş değil bu, sadece emanet...
Ulu önder Atatürk’ün bize emanet ettiği Cumhuriyet için bu çabalar...
Ve sevgili Peygamber( s.a.v.) efendimizin mübarek İslam dini için...
Nüfus cüzdanında; TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI, DİNİ:İSLAM yazan her kişi gibi, bu iki değerden de vazgeçmeyi istemiyorum.

Bu güne kadar ikisi de bizimdi, dileğim bundan sonra da böyle olur...

Ben sadece çocuklarımız için huzurlu, demokratik, modern ,kadın-erkek eşitliği sağlanmış, herkesin dinini kendine göre yaşadığı ama farklı görüşlere de saygı gösterdiği bir Türkiye istiyorum.

Fazla mı uzattım? Umarım değmiştir, anlamışsınızdır.

İyi haftalar diliyorum.

11.02.2008