24 Eylül 2008 Çarşamba

İDEAL ERKEK:))

İdeal Erkeğim Nasıl Biri? (Yaş 22)
Yakışıklı, sempatik, maddi durumu iyi, beni ilgiyle dinleyecek, espri anlayışı gelişmiş, gücü kuvveti yerinde, iyi giyinen, her konuda zevk sahibi, sürpriz yapmayı seven, romantik ve hayal gücü gelişmiş biri...
İdeal Erkeğim Nasıl Biri? (Yaş 32)
İyi görünümlü, kafasında saçı olan, arabadan inerken kapımı açan, yemeğe gittiğimizde sandalyemi tutan, pahalı bir restorana götürecek kadar parası olan, konuşmaktan çok dinleyen, fıkra anlattığımda katıla katıla gülen, alışverişte paketlerimin hepsini zahmetsiz taşıyacak kadar gücü kuvveti yerinde, en az 1 kravata sahip, yaptığım yemekleri beğenen, doğum günü ve yıl dönümlerini unutmayan, haftada en az 1 kez romantik olabilen biri...
İdeal Erkeğim Nasıl Biri? (Yaş 42)
Çok da çirkin değil, tamam kel olabilir, ben binmeden arabayı hareket ettirmeyen, işinde disiplinli, fırsat oldukça aksam yemeğine köşedeki köfteciye götüren, beni dinlerken başını sallayan, anlattığım fıkraların can alıcı yerlerini hatırlayan, evdeki eşyaların yerini değiştirmeme yardim edecek kadar gücü kuvveti yerinde, göbeğini kamufle edecek şekilde kıyafet seçen, çoğu hafta sonu traş olan biri...
İdeal Erkeğim Nasıl Biri? (Yaş 52)
Burnunun ve kulağının içindeki kılları fazla uzun olmayan, topluluk içinde gaz çıkarmayan, para isteme alışkanlığı edinmemiş, ben bir şey anlatırken uyuyakalmayan, aynı fıkrayı tekrar tekrar anlatmayan, hafta sonları poposunu koltuktan kaldırabilecek kadar gücü kuvveti yerinde, aynı renk çorapları seçebilen ve temiz iç çamaşırı giyen, televizyon karşısında akşam yemeğinden hoşlanan, adımı unutmayan, bazen tıraş olan biri...
İdeal Erkeğim Nasıl Biri? (Yaş 62)
Küçük çocukları ürkütmeyen, banyonun nerede olduğunu hatırlayan, bakımı fazla masraflı olmayan, mümkün olduğu kadar gürültüsüz horlayan, neye güldüğünü birden unutmayan ,yardım almadan ayağa kalkabilecek kadar gücü kuvveti yerinde, lapa yiyeceklerden hoşlanan, dişlerini nereye koyduğunu unutmayan biri...
İdeal Erkeğim Nasıl Biri ?(Yaş 72)
Yaşayan ve arada bir nefes alan biri...
****************************************************************
Yazar ( Yaş 35 :)
Benim ideal erkeğim; İnşallah siz bu satırları okurken yanımda olacak… Çünkü kendisi şu an yurt dışında ve bendeniz 9 yıllık evliliğimiz boyunca ilk defa bu kadar ayrı kalıyorum eşimden…
Yukarıdaki yazı internetten alıntı… Tam da ayrı iken sevdiğimden, çok hoşuma gitti…
Önce çok güldüm, sonra da düşündüm… Boş laf bunlar hepsi bahane dedim…
Çünkü; Şu anda benim için en ideal erkek; yanımda olan erkek …J
Evimizin için de dolaşan,
Çoğunlukla, kumanda elinde bir köşede otursa, hiç konuşmasa da, nefesini duyduğumJ
Yeri geldiğinde kavga ettiğim, yeri geldiğinde öpüp, sarılıp, takıp koluma gezdiğimJ
Akşamları, önce yemeğimi, sonra demli çayımı paylaşıp, yediğim, içtiğim…
Sonra; Hayatımı… Hayatını… Hayatımız çocuklarımızı, konuşup, gülüşüp, dertleştiğim…
Şimdi; İş için gittiği yaban ellerde, ne yapar ne eder bilmediğim? (Aslında, bilmek için delirdiğim J )
O yokken ‘Seviyorsan özgür bırak, dönerse zaten senindir’ vs. tarzı söylemlere sinir olup, zihnimden sildiğim…
İster istemez dilime dolayıp, Nilüfer’in eski şarkısı... ‘Seni şimdiden özledim, beni bırakıp ta gidişin var ya’ yı söylediğim…
Bu kadar abartıp, ağlayıp, özleyip, bir de üstüne buralara yazıp…
Mangal da kül bırakmadığım dönemlerde ki en büyük silahım olan, her şeyi bir kalem de silip atacak ‘Cool kadın’ imajımı, uğruna yerle bir ettiğim…
İki meleğimin babası… Adı üstünde, eşim… Eş olarak seçtiğim…
İşte benim ideal erkeğim…J J J J

Hepinize iyi haftalar dilerim…

Banu DURGUNLU

Banu’nun Notu:
Biraz özel oldu bu hafta yazım, farkındayım…
Ama Hürriyet’te yıllardır özel hayatı, eşi, dostu ve kızının maceraları ile köşesini dolduran Ayşe Arman yazar da ben yazamaz mıyım? : P
(Şaka bir yana, sabrınız ve hoş görünüz için teşekkürler J)

GAZİ VE DUA

Geçen akşam, oturduğumuz apartmanın arka bloğundaki komşumda dua vardı.İftar’dan sonra oraya gittim. Mevlid niyetlenmişler, çok güzeldi Allah kabul etsin. Yasinler, Tebarekeler vs. dualar ile içim huzurla doldu. Eşim, çocuklarım, kendim, sevdiklerim ve ölmüşlerim için bol bol dua ettim, elimdeki kitaptan bende okudum, takip ettim.
Bir ara hoca hanım şöyle dedi...Maşallah, hiç ummazdım ama? Hepiniz takip ettiniz gördüğüm kadarıyla? Takipleriniz Arapça değil mi?
Ben ve salonun yarısı...Hayır, dedik, yeni Türkçe! Yeni Türkçe’ den okuyoruz biz.
Hoca hanım...Olsun dedi, ben sizin içinde okudum, sizinkiler kabul olmaz ama, Allah affeder sizi?
Hoppala? ... Tutamadım kendimi...Hoca hanım dedim, bizim yeni Türkçe’ den okuduklarımız kabul olmaz mı yani şimdi?
Hoca hanım gayet kendinden emin ve acımasızca şöyle dedi...HAYIR !!!
(………………….)
Sustum tabi ki ses etmedim, sonuçta misafirlikteydim...
Ama içimden, bu sözü nasıl bu kadar kendinden emin söylediğine hayret ettim.
Karar verme yetkisini kendisinde nasıl buluyor acaba? Diye sinirlendim.Cahil olsam, aklımı kullanmasam, o anki ortam içinde aslında bu sözden nasıl da etkileneceğimi fark ettim...Ve daha kötüsü, böyle söylemlerle kim bilir kaç zihnin bulanıklaştırıldığını ve yıkandığını düşündüm... İçim acıdı L
Halbuki; bilmez miydi insanlar? Kur-an’ı kerimde neredeyse her 3 ayetten birinde
'Düşünün… Neden size verdiğimiz aklınızı çalıştırmıyorsunuz?' tarzında söylemlere yer verilir...
Nahl Sûresinin 44 . Ayetinde(O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.
O zaman bütün Araplar cennete gidecek! Allah’ım, bu nasıl bir bağnazlık, nasıl bir hoşgörüsüzlüktür? Önemli olan kişinin niyetidir. Hem yıllarca uğraşıp Arapça öğrenenler eğer okuduklarını anlamıyorlarsa, ne dediklerini bilmiyorlarsa, bu nasıl bir mantıktır vs. diye düşündüm durdum. Okumalar bitti, sıra duaya geldi. Hane sahiplerine, ölmüşlere,
Peygamber efendimize (S.A.V.) ve evliyalara, erenlere vs. dualar edildi...
Yapılsın yapılmasın değil. Olması gereken bu, senelerdir yapılan anneannelerimizden, annelerimizden öğrendiğimiz ritüel bu. İçimize sinen bu. Ne güzel aslında bu kadar maneviyatı yüksek insanların yaşadığı bir memleketteyiz, şanslıyız...
Ama el insaf, bu kadar kişiye evliyaya, yatıra ve hatta Aceleci Bacı'ya varıncaya kadar söylendi de ?
Ah! O Allah diyen dillerden, bir kere de şehitlerimiz ve ATATÜRK için bir dua gelmediL

(…………………)

Elbette ki hepsi böyle değil… Herkes bu düşünce de değil… Yaşadığı ülkede huzur ve barış içerisinde, hiçbir ülkenin manda ve himayesine bağlı kalmadan yaşamanın, inancını ve dinini özgürce yerine getirme ayrıcalığının ve şansının farkında olan nice aydın hocalarda var.

Bu konu ile ilgili yazımı hazırlarken, fark ettim ki bu hafta içerisinde 19 Eylül Cuma günü Gaziler Günü olarak kutlanılacak.

Bu vesile ile; tüm şehitlerimize, gazilerimize ve en büyük gazi MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ e en büyük minnetim, saygım ve dualarımı sunuyor ve Gazilik mertebesi ile ilgili bir alıntıyı paylaşmak istiyorum bu hafta sizlerle…

Hepinize iyi haftalar dilerim…
Banu Durgunlu
15.09.2008.


“Hürriyet ve İstiklal Benim Karakterimdir” diyerek Milli Mücadeleyi başlatan Devletimizin kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’e, Sakarya Meydan Savaşından sonra, 19 Eylül 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce “Gazilik” unvanı verilmiştir. Büyük Öndere gazilik unvanının verildiği 19 Eylül tarihinin ülkemizde gaziler günü olarak kutlanmasına karar verilmiştir. Bu karar devletimizin ve milletimizin gazilerimize verdiği önemin, onlara duyulan minnet ve şükran duygularının ifadesidir. Ülkemiz toprakları bulunduğu bölge ve stratejik konumu nedeniyle tarih boyunca daima düşmanların hedefi haline gelmiştir. Tarih boyunca hür ve bağımsız olarak yaşamış olan Yüce Türk Milleti canından aziz bildiği kutsal vatan topraklarını hedef alan her saldırıyı binlerce şehit verme ve gazi olma pahasına korumasını bilmiştir. Dün, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Kore’de, Kıbrıs’ta vatanın müdafaası ve dünya barışı için şahadete ulaşan ve gazi olarak dönen kahraman evlatlarımız, bugün ülkemizin birlik ve beraberliği bozmak için fırsat arayan dış güçlerin desteklediği kanlı terör örgütüne karşı ülkemizin Güneydoğu bölgesinde mücadele yürütmektedir. Bu mücadelede yüzlerce evladımız şehit olurken, yüzlercesi de gazilik mertebesine ulaşmaktadır. Herkes Bilmelidir ki; Her ne şekilde olursa olsun, vatanımızın bütünlüğünü hedef alan güçler, kahraman güvenlik güçlerimiz ve vatansever Türk insanının mücadele azmi ve kararlılığı karşısında yok olmaya mahkumdurlar. Dış güçlerin maşası haline gelen hainler Yüce Türk adaleti karşısında mutlaka hesap vereceklerdir. Halkımızın birlik ve beraberliği ile, Büyük ATATÜRK’ün bizlere emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti Devleti onun gösterdiği hedeflerde ilerleyerek dünyanın güçlü bir ülkesi olarak sonsuza kadar yaşayacaktır."

Bize Türkiye Cumhuriyetini emanet eden gazi ve şehitlerimize gösterdiğimiz hürmet bundandır. Türk insanı gazi veya şehit olan atasını en derin duygularla anmaktadır. Sohbetinde, işinde, ibadetinde bulduğu her fırsatı bu uğurda değerlendirmektedir. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e Mareşal rütbesi ve Gazi unvanı verilişinin yıldönümünü ve Gaziler Gününü kutluyoruz. Bu vesileyle aramızdan ayrılmış gazi ve şehitlerimizi rahmetle anıyor, tüm gazilerimizi saygıyla selamlıyoruz”

YORULMAYIN YORMAYIN !

Canım hiçbir şey istemiyor. Bulamadım dengemi, uyku öncesi hali gibiyim…
Bir gayret dışarı atabilsem kendimi... Yeter ki güneş değsin tenime, işlesin iliğime kemiğime, sıcacık olsun elim ayağım... Tamam hava çok sıcak zaten bu aralar ama, bazen öyle üşüyor ki içimL Annem olsa şimdi; kesin kansız, vitaminsiz kaldın sen yine, bakmıyorsun hiç kendine diye söylenir üzülürdü...
Ah annem bilmez misin ki ‘ Muhtaç olduğum kudret damarlarım da ki asil kanda mevcuttur!!! ’
Ama bazen öyle şeyler yaşıyorum ve görüyorum ki?
Korkum, bu gidişle o asil kanın çekileceği yönünde!
Havalardan mı? Şu mübarek ayda tutmaya çalıştığım oruçtan mı ?
Hemen her gün televizyonda, gazete de karşımıza çıkıp, sözleri veya icraatleri ile canımızdan bezdiren siyasilerden mi?
Kaza, bela, şehit, yolsuzluk vs.yi geçtim artık, ne yazık ki onlar klasik…L
Şu an revaçta olan, içinde bulunduğumuz aya da uygun olarak, yok şu ilde, şu kadar ( ki 10.000 lerle ifade ediliyor ) kişiye iftar çadırı kuruldu diyerek, halkın büyük bir çoğunluğunun aslında ne kadar yardıma muhtaç olduğunu maharetmiş gibi duyuran belediyelerden mi?
Önce yoksullaştırıp, muhtaç edip, sonrada bağımlı hale getiren sistem den mi?
Ne acıdır ki; aslında aynı dine inanan ve kendi inanışına göre dinini yaşamaya çalışırken, ‘onlar ve biz’ ayrımına maruz kalan ve kaldıranlardan mı ?
Atatürk’ün adını bile duymaya tahammülü olmayan, travma mağduru kişilerden mi ?
Dolayısı ile çocuklarımın ve ülkemin geleceğinden duyduğum endişelerden mi?
Eşten, dosttan, arkadaştan mı?
Hem hepsi… Hem hiç biri mi?

Sanırım sonunda anladım…
Ben ne kansız kaldım, ne de vitaminsiz. Sadece; hissiz, yüreksiz olmaya çalışıyorum...
Yoksa dayanamıyorum. İstedikleri ve sindirme taktikleri bu biliyorum...
Her geçen gün, biraz daha, an be an, üşenmeden sabırla ağını ören örümcek gibi...
Toprağın altında sessizce kendine yol yapıp, hedefine ulaşan köstebekler gibi...
Yıllarca yağmur, çamur yemiş, bir duvarın çökmesini sağlayan nem gibi...
Sessiz ve derinden geliyorlar ?
Ama, Atamın yıllar önce söylediği gibi ‘Gelecekleri varsa görecekleri de var!’
Boşuna uğraşmayın...
Yorulmayın...
Yormayın !!!!!!

Hepinize iyi haftalar diliyorum...
Sevgilerimle,

08.09.2008

8 Eylül 2008 Pazartesi

Ateş Ve Çocuk Hikayesi

Çoluk çocuk gidilen bir akraba ziyareti yapılmıştır bir gece önce…
Ziyaret edilen büyükler hoşnuttur, misafirler de öyle.
Giden misafirlerin, ikide küçük çocuğu vardır…
İkisi de birbirinden tatlıdır…

Uzun zamandır görmemiştir minikleri, büyükler…
‘Ne kadar da büyümüşler maşallah’ nidaları ile bolca severlerJ
Yenilir içilir sohbetler edilir… Sonra, müsaade istenir, tekrar gelin yine bekleriz denir…
Minikler minik ellerini sallar, arkalarından bakanlara öpücük yollarJ

Eve gelinir, küçükler hemen yatağa serilir…
Anne baba gülümser, yorgunluktan nasıl da bitmişlerdir.

Ertesi gün, olağan koşturmaca içerisinde gelip geçer…
Sadece miniklerden birinin, biraz huysuzluğu vardır…
Gün akşam olur, anne baba bir dost ziyareti için evden ayrılır.

Sonra bir telefon gelir, acil eve gelinmesi lazımdır…
Evin erkek meleği, ateşler içinde yanmaktadırL
Bin bir düşünce geçer anne ve babanın aklından…
Bin türlü hastalık teorisi geliştirirler ardından.

10 dakikalık yol sanki yarım asırdır…
Eve varılır, apar topar yollara düşülür, doktora ulaşılır.
Hemen ilk müdahaleyi yapar dr. şuruplar vs ilaçlar…
‘Bu gece uzun olacak der’ bir yandan da, durum anlaşılır.

Gece uzun, gece siyahtır…

Korkar anne, dualar eder ardı sıra…
Allahım, yavruma bir şey olamasın, sen onu bize bağışla.

Zaten, sevgi korkudur diye düşünür…
‘Sevdiklerine zarar gelmesi, insanı korkutur ve daha çok sevdirir’
Diyerek gecenin bir yarısı felsefe de yapar arada.

Nazar mı değdi paşam sana?
Kıyamam ben oğluşuma.

Nöbet tutar anne baba, minik meleğin başında.
Nefes alışverişi huzur verir onlara.
Ateşi kırklara çıkmıştır…
Anne o üzüntüyle, evi barkı kırklamıştır.

Ama gece uzun, gece siyahtır…
Ve her gecenin bir de sabahı vardır.
Ve sabah geceye inat, olabildiğine beyazdırJ

Doğan güneşle birlikte, yeniden doğar melek…
‘Ben akşam rüyamda güneşte kaldım anne, hava çok sıcaktı’ diyerekJ

Hepinize sağlıklı günler, iyi haftalar ve hayırlı Ramazanlar dilerim.

Banu Durgunlu.

01.09.2008

Çünkü...Anneyim

Seni bir hücreden yaşamaya layık bir canlı haline getiren benim. Seni ıstırapların en büyüğüyle doğurdum; sevinçlerin en büyüğüyle kollarıma aldım. Sana ilk davranışı, ilk gülüşü, ilk bakışı, ilk heceyi ben öğrettim. Seni karşılıksız, menfaatsiz, tertemiz ilk ben sevdim. Sana hayatta ilk lazım olacak dersleri ben verdim. Senin yüzünden ilk acıları ben duydum. İlk ağlayışlarını benim göğsümde dindirdin. İlk sırrını bana açtın. İlk dost beni edindin.
Ben anneyim!Bana her zaman güvendin. Üzüntülerin benim üzüntülerim oldu. Seni pencerelerde bekledim, gelişinde kapılara koştum. Seni her zaman aynı duygularla bağrıma bastım, seninle iftihar ettim, seninle taçlandım, şereflendim.
Ben anneyim!Ben, Tanrı'nın en büyük lutfuna layık görülmüşüm. Ben bereketim. Ben Tanrı gibi insan yaratabiliyorum. Ben yeryüzünün iyi ve güzel, kötü ve çirkin her şeyin mesuliyetini taşıyorum. Medeniyet benim, mazi benim, gelecek günlerin ümidi benim.Ben anneyim!Ben insanlığın başı ve sonuyum. Ben hayata şekil veren sanatkarım. İstediğim renkleri kullanır, istediğim gibi yontarım. Beynine ilk nakşolan sözler benim, kalbe ilk yerleşen duygular benim duygularımdır. Ben cennet ve cehennemim. Ben istersem sevgi kardeşlik ve dostlukla büyütürüm; istemesem kinle, düşmanlıkla içini doldururum. Ben dünyaya nizam veren iradeyim.
Ben anneyim!Ben sabır ve tahammülüm. Ben en yumuşak ve en sertim. Cesur olmayı nasıl benden öğrendinse, korkuyu da ben sana öğrettim. Seni ilk öpen ve ilk döven benim. Sevmek, aşık olmak, şefkat, kin, dostluk ve düşmanlık duygularının hepsi bende.Ben anneyim!Bir acı duyarken beni çağırırsın. Ben teselliyim. Ölsem bile gözüm arkamdadır. Ben endişelerin derin kuyusuyum. Kendi içime düşerim. Ben bütün alakaların mihrakıyım. Cömert olduğum kadar hasis, kıskanmaz göründüğüm derecede de kıskancım.Evet seni kıskanırım. Sen benim eserimsin, sen benim emeğimsin. Sen benim güzel günlerim, geçen ömrüm, bütün hatıralarımsın. Seni kıskanırım. Seni bu duygumla bunaltır, isyan ettirir, üzerim. Seni kendime hasretmek isterim.Bunun için kıskanırım seni.
Ben anneyim!Ben saygının mihrabıyım. Önümde diz çökmeni isterim.Gönlünde yer etmeyi isterim.Hakkım ödensin isterim.Unutulmaktan korkarım.Baş üstünde ve başköşende yerim.Bu benim hakkım.Ben anneyim!Ve son nefesimde…Her zamanSütüm ve hakkım helal olsun yavrum derim.
(Sadun TANJU-1957 Gazeteci-Yazar)

Geçen cuma günü annemin yanındaydım yine… Kabrini ziyaret ettim…
Bazen aylık, bazen haftalık her ziyaretimde olduğu gibi, önce duamı ettim, ardından içimi ve biraz da gözyaşımı döktüm…Sonra birden aklıma yukarıdaki şiir ve o cümle geldi…
‘ BEN ANNEYİM… BİR ACI DUYARKEN BENİ ÇAĞIRIRSIN’ diyen… Eve döndüm şiiri buldum. Üstüne birde onu okurken ağladım… Ve haftanın son gününü gözleri ağlamaktan şişmiş bir halde tamamladım.
Şimdi, ben bunları niye yazdım? Bu harika şiiri sizlerle niye paylaştım?
Demagoji yapmak için değil elbette... Ben o kelimeyi bundan böyle sadece, hayatında hiç canının yarısını kaybetmemiş, gerçek acıyı bilmeyenlere yakıştırırım…
Neyse, cevabım basit…
Çünkü… Anneyim…
Çünkü… Annesiniz…
Çünkü… Biliyorum ki birçoğunuz, halen annenize sahipsiniz…
Varsa içinizde azıcıkta olsa, size can verene karşı sevginiz…
Gidin sarılın, elini öpün, koklayın…
Gerçi bana ne hacet?
Anneyseniz… Siz ne yapacağınızı zaten bilirsiniz.

Sevgilerimle…

Banu DURGUNLU

Cennet Kapısında İki Melek

Sıcak bir yaz gecesi…
Tek istediğim şöyle güzel bir dondurma…
Dondurmayı çok severim ben…
Hem dondurmayı kim sevmez ki?
İşte orada gördümJ …
Dur, çekme kolumu Taha, geliyoo… ???

Sonra…
Sonra, bir ses… Bir patlama…
Bu sefer ki çok korkunç ama, çok korktum…
Hiç bu güne kadar duyduklarıma benzemiyor bu ses ?
Herhalde birileri, çok büyük bir balonu patlattı…
Tabi tabii, kesin balon bu… Başka ne olabilir ki ?
Ya da…?
Aaa dondurmam yere düşmüş L
Ama ben kırmızı dondurma istememiştim ki?
Anne… Annecim… Nerdesin ?
Neden çığlık atıyorsun böyle annecim… ?
Özür dilerim, tutamadım dondurmamı elimde…
Ne olur ağlama ama… Bak söz, bir daha yemem bile dondurma …
Yeter ki sen ağlama…
Annem…
Anladım sanki ne olduğunu...
Hani şu çizgi filmdeki gibi mi oldum ben şimdi?
Aleyna harikalar diyarında.
Sen merak etme annecim…
Bir sürü oyuncaklar ve peri kızları var yanımızda...
Çok güzeller… Bizi oradan oraya uçuruyorlar…
Oyunlar oynuyoruz Taha’yla…
Şimdi büyük bir kapının önüne geldik…
Adı ‘Cennet Kapısı’ ymış…
Ve biz de melek olmuşuz artık…
Bundan sonraki oyunumuzun adı da…
‘Cennet Kapısında İki Melek’ miş, anne.

Not: Güzel ülkemde gündem sürekli değişir, birileri ölür, birileri doğar… Birileri yapar, birileri bozar… Yaşanan bir olayın acısı ve etkisi geçmemiş iken bir diğeri patlak verir… İstanbul Güngören deki hain saldırının üzerinden de 1 hafta geçti…
Ama o masum yavruların yüzleri ve annelerinin çığlıkları hafızamdan silinmedi.
Patlamada yaşamını yitiren tüm vatandaşlarımızın mekanları cennet olsun… Allah geride kalanlara, ailelerine ve yavrularını kaybeden bütün annelere sabır ve dayanma gücü versin.
Hepimize,
Balık hafızasına teslim olmamış akıllar ve…
İyi haftalar dilerim…
Banu Durgunlu
01.08.2008

7 Eylül 2008 Pazar

Cesur Yüreğim ?

Bundan 5 sene önce bir sabah, eşimi şehir dışındaki bir işi için yolcu etmek üzere, birlikte terminale gittik. 05:30 otobüsüne bindi eşim, yola çıktı. Ben de terminalden ayrılarak evimize dönmek üzere arabamızla yola çıktım…
İstikametim Bursa terminalinden Fomara caddesine doğru… Özel aracımla seyir halindeyim, arada ayna kontrolü yapıyorum… Bir ara yine arkaya bakıyorum aynadan… Aaa o da ne ? Yanlış görüyorum zannettim… Arkamdaki servis minibüsünü kullanan şoför, muck muck halinde -hatta tam şu 333 durumu- bana öpücük gönderiyor, bir taraftan da minibüsün farlarını yakıp söndürüp selektör yapıyor, neredeyse çarpacak kadar yaklaşarak taciz ediyor !
Saat sabahın 6:00’ sı, ortalıkta kimse yokL… Hızlanıyorum arayı açayım diye, yol boyu bir sürü kırmızı ışık, mecbur duruyorum ışıklarda ama sabah sapığım peşimde!
Ben ne yapacağımı düşünür ve sabah sabah nasıl bir ruh hali ve ne tür bir sapıklıktır bu diye söylenir iken, malum şoför türlü hareketler ile işi daha da abartıyor…
Ding dong…. İşte o anda benim ‘Cesur yüreğim’ çıkıyor meydana…
Hazır kırmızı ışıkta duruyorken, iniyorum arabadan elimde bir kağıt ve kalem, geçiyorum minibüsün karşısına… En soğukkanlı halimi takınarak, şoförün şaşkın bakışları altında plakasını not ediyorum… Sonra tekrar arabama binip hareket ediyorum…
Ve bu sefer aynadan gördüğüm dudak şekli, 333 değil, şaşkınlıktan bir karış açılmış bir ağız oluyor…J
Geçen yıllar içerisinde, trafik magandalarının türlü hallerine tanık oluyorum…
Özellikle kadın şoförleri sıkıştıran ticari araç sahipleri ve taksicilerL
Altındaki en son model lüks araçlara bakmadan, orta refuje pet şişe vs. çöp fırlatanlarL
Hatta bir gün, hem de bir kadın hemcinsim (ne yazık ki magandalık sadece erkeklere has bir durum değil) FSM bulvarında ışıklarda beklerken, arabasının camından bir küllük dolusu sigara izmaritini yola dökmüştüL
Onlar, bunlar, şunlar…
En son geçen hafta, Buttim’ in otoparkındayım. Bir araç park yerinden çıkmak üzere geri manevra yaparak yolun ortasına geliyor, ben de bekliyorum ki devam etsin, onların arabasının çıktığı yere ben arabamı park edeyim… Ama arabadaki iki gencin yoldan çekilmeye hiç niyetleri yok! Benim şansıma mıdır bilinmez? Yine sabahın erken saatleri ve bu sefer iki kişiler J
Biraz bekliyorum, gitmiyorlar… Arkalarından dolaşarak usta bir manevra ile yine de onların çıktığı tek araçlık park yerine giriyorum…
Arabamdan inip oradan ayrılmak üzereyim ki, gençler bana pis pis bakıyorlar… Belli ki onların bana yol vermesini beklemememe çok sinirlenmişler, tabii kadın şoför olduğum halde panikleyip elimin ayağımın dolaşmamasına da ? O sinirle bir de okkalı küfürler etmeye başlayınca bu iki genç adam…
Uzaklardan bir yerlerden, ding dong sesleri gelmeye başlıyor yineJ … Ve yine benim zor zamanlar için sakladığım, deli cesaretim ‘Cesur yüreğim’ çıkıyor meydanaJ
Siz ne diyorsunuz? Siz benim muhatabım değilsiniz… Aldım plakanızı diyerek üstelik bir de kafa tutuyorum artıkJ J J
Şimdi bu yazıdan çıkacak sonuca gelirsek;
Eğer sizde bir gün, bu trafik magandaları ile karşılaşırsanız…
Siz bana bakmayın, mümkünse benim yaptığım gibi arabanızdan inmeyin. Ortam kötü kimin ne yapacağı belli değil, ben şanslı idim.
Yani dediğimi yapın, yaptığımı yapmayınJ ( imam da değilim zaten J )
Öncelikle sakin olun…
Aracın plakasını bir yere not edin…
Ve mutlaka not ettiğiniz plakayı ilgili birimlere ihbar edin ( 155 polis imdat )
Ailenizde veya çevrenizde emniyet mensubu babanızJ veya avukat eşinizJ dostunuz var ise onlardan da yardım isteyin…
Telefon ile de olsa, eşinizin sizi savunmasının ve karşı tarafta yaptığına şimdiye kadar bin pişman olan eski maganda / yeni insan şahsın, panik ruh halinin zevkini çıkarın J
Bu şekilde, o trafik magandası, canavarı, sapığı (artık ne derseniz), en azından bu tarz hareketleri başkasına yapmaması için yeterli uyarıyı almış olur…
Ve belki de, böyle bir durumla karşılaşınca benim veya sizin gibi, soğukkanlı ve cesur davranamayacak kişilerin başlarına gelebilecek muhtemel kazalara da engel olmuş olursunuz.
Hepinize, kazasız belasız günler dilerim…
Banu Durgunlu

Hayırlı Bir Kısmet ?

Televizyonlarda yayınlanan bir çok program var…
Bir yanda, diziler, filmler, haber programları, Türk halkının istinasız % 80’inin her zaman tercih edip seyrettiği Belgeseller? ...
Diğer yanda, magazin programları, her gün bir yenisinin başladığı, ‘ bilmem ne star ’ yarışmaları ve son kabusumuz evlilik programları!
Evlilik programları sayesinde, nur topu gibi yeni medya maymunlarımız da var artık!
Bunlardan biri de, ‘Esra Erol’la Desti İzdivac’ adı program... Öyle çok tutuldu ki bu program bir süre sonra benzerleri mantar gibi çoğalarak, bir çok kanalda gösterilir oldu.
İzdivaç talep edenler oldukça geniş bir profile sahip… Genci, yaşlısı, kapalısı, açığı… 7′den 77′ye evlenmek isteyen insanların katıldığı bu programda adaylarımız, ‘kısmet’ lerini bulmadan önce bir güzel ( yaklaşık 5-10 dakika ) göbek atıyorlar… Her ne kadar sunucunun format gereği diyerek zorla oynattığı kişiler olsa da, bu durumu zevkle kabul edenlerde çoğunlukta… Sanırım bu adaylar, özellikle yaşlı olanlar, bu şekilde hala eğlenceli, dinamik olduklarının ve belki de gizliden gizliye ‘yaş 70 ama iş bitmemiş?’ in mesajını verme derdinde… J
Dansını bitirip yerine geçen aday kısmetini beklerken, programa konuk aranırken bulunmuş toplama izleyicilerden oluşan ‘jüri’ ise başka bir alem… Yorumları, gülüşleri, alkışları ve bazen de uygun kısmet bulamayan adaylara laf atıp ‘ sen ortada kalmazsın’ diye kendilerince moral vermeleri de, televizyon karşısındakilere saç baş yolduracak cinsten.
Erkek adayların beklentisi genelde, huzurlu bir yuva, güzel bir eş… Kadın adaylar ise daha sağlamcı, onların beklentisi ve tercihi ise, araba, ev ve de yüksek maaş miktarı .
Katılan kadın adaylardan birinin, ‘hangi özellikte eş arıyorsun ?’ sorusuna verdiği ‘beni sahiplensin yeter’ cevabı ise erkek egemen bir toplumda, kadınlarımızın içinde bulunduğu ruh halini ve konumunu bir kere daha yüzümüze çarpıyor.
Ve sonuç olarak; gerçek hayatta birisi ile tanışıp, olağan akışı içerisinde bir ilişki kurmayı beceremedikleri halde, başta programın sunucunun ‘ boylu poslu adamsın, taşı sıksan suyunu çıkarırsın’ ara gazları veya jüri konumundaki seyircilerin ‘ bu kız veya adam tam sana uygun’ fişeklemeleri ile kendisini olduğundan farklı görmeye başlayan adaylar, hayat eşlerini bulup huzurlu bir yuva kurma temennileri içerisinde programdan ayrılıyorlar…
İçlerinden kaçı bu durumu mutlu bir evliliğe dönüştürebiliyor ve en azından televizyonda düştükleri medya maymunu hallerini bir kazanç haline çeviriyor bilinmez…
Ama bilinen o dur ki…
Sonuçta bu ve benzeri programlar ile milyon dolarları ceplerine indiren televizyon sahipleri, her zaman en çok kazanan oluyor.
İyi haftalar dilerim.
Banu Durgunlu

Üzgünüm

Üzgünüm… Üzgünüz… Gencecik üç fidan daha ayrıldı aramızdan… Yüreğimiz yandı, gözü yaşlı izledik evlatlarının, sevdiklerinin, babalarının ardından ağlayanları…
Lanet ettik elini kana bulayan, cahil kuklalara.
Bu sefer asker değil polis’ti şehit olanlar…
Aldığı üç kuruş maaşa, yaz, kış demeden çalışanlar.
Ne yazılır? Ne denir ki? Gidenin arkasından…
Bu acıyı yaşayan bir babanın yazdığı şiirin ardından…

ŞEHİDE SESLENİŞ
Aylardır uyku nedir bilmez bu gözler oğul,
Bir günlükmüş, meğer söylenen sözler,
Bir günlükmüş, ardından toplanan kalabalık,
Bir namazlıkmış meğer saltanatın…
Şükür ki şehitsin, şükür ki cennettesin…
Tesellim bu oğul, bulutların üstündesin…
Aylardır konuşmaz olmuş, susmuş bu dil oğul,
Nice ana kuzusu şehit oldu, senden sonra,
Nice yürekler yandı, nice ocaklar,
Yine yanan yalnız biz olduk oğul,
Bizse unutulduk…
Şükür ki şehitsin, şükür ki cennettesin…
Tesellim bu oğul, bulutların üstündesin…
Oğuz Kaçtan / İzmir-06.05.2007

Şehid; İslam dininde Allah yolunda vefat etmiş bir müslümana verilen isim ve makam. Zamanla dini anlamından sıyrılıp vatanı uğrunda ölen kimseleri tanımlamak içinde kullanılmaya başlanmıştır.
-Vatani görevini yapmakta iken herhangi bir şekilde yaşamını yitiren tüm askerler,
-Her hangi bir terörist saldırı sonucu yaşamını yitiren eğitim,sağlık,güvenlik vb. görevlileri ile,
-Görev başında yaşamını yitiren polis,itfaiyeci vb. diğer görevliler.

Mekanlarınız cennet olsun…
İyi haftalar dilerim.
Banu Durgunlu

İkiz Halleri

İkiz anneleri...
İkizler ile karşılaşınca sarf edilen garip sözler...
İkiz babaları...
Vs. Vs. Vs....

Uzun zamandır aklımda olan bir konuydu aslında ama nereden başlayacağımı bilememiştim... Ben de öylesine hiç uzatmadan, ortaya karışık birkaç örnek verdim... Bazıları yine ikiz çocuk sahibi arkadaşlarımdan alıntıdırJ

İkiz annesiyim... Halden anlarım.

Geçen hafta sonu market alışverişimizi yaptık, kasadan çıkarken bir ikiz ailesi gördük, hemen önümüzdeki kasada, onlarda çıkmak üzereydiler. Bizimkiler yanımızda değildi, fakat ikiz ailesinin 2 tek yumurta erkeği anne babanın yanındaydı. Tam çıkarken ben babaya "merhaba, minikleriniz ikiz değil mi?" dedim... Baba tam bir bezgin Bekir bakışı ile "hııııı" dedi.
Tamam dedim, saçma sapan ‘ikiz mi bunlar?’ sorularından sıkılmış tipik bir ikiz ailesi.
"Bizim de ikizlerimiz, kızımız ve oğlumuz var da" deyip olayı toparlamaya çalışırken, kasanın arkasından hemen ikiz annesi ‘seni anlıyorum tatlım’ bakışını attı ve anında lafı patlattı. "Allah kolaylık versin arkadaşım, daha çok göreceğin var.’J

İkiz annesiyim... Sabırlıyım ????

Hamile iken, ikiz beklediğimi söylediğimde ‘ sevinçli bir acıma bakışı’ atanlar...
İkizleri görüp ‘ Aaa ne sık arayla doğurmuşsunuz’ diyenler... ( Sürümden kazandık !!!)
Ay ben de peş peşe doğurdum, aralarında bir yaş var, ikiz gibi büyüttüm, ne fark var? diyenler... (Dağlar kadar fark var, yaşamayan anlamaz!)
Hepsi sizin mi? diyenler... (Hayır yarısı komşuların!!)
Bu kadar koşturmaca ve çocukla nasıl zayıflamıyorsun? diyenler...
İkiz bakmakta ne var canım, onlar uyuyunca işlerini yaparsın vs. diye akıl verenler... ( Tabi ikisi de hep aynı anda uyur, aynı anda yemek yer zaten!!!)
İkiz babası... PaylaşımcıJ

İkiz çocuk babaları gerçekten çocuk bakmayı biliyorlar ve çocuklarının her türlü gereksinimini karşılayabilecek kadar geliştirmek zorunda kalıyorlar kendilerini. Tek çocuğu olan bir çok arkadaşım var ve eşleri hala çocuğun çorabını getirip annesine veriyor giydirsin diye. Onu bile beceremiyorlar ne yazık ki.
Genelde tek çocuklu aileler bir araya gelince eşler çok farklı konular konuşur, annelerde çocuklarından bahseder... Ama ikiz çocuk babaları bir araya gelince çocuklarından bahsediyorlar. Bu harika bir şey... Çünkü ikiz çocuk büyütmenin eksilerini ve artılarını fazlası ile biliyorlar ve yaşıyorlar. Sadece para getirip çocuğa iki agucukla baba olmuyorlar, en az anne kadar zaman harcayıp, emek veriyorlar. Görev paylaşımlarını harika yapıyorlar.

Yine de ben anneyim... ŞanslıyımJ

Anne ve babalık zor... Ama bir kere tadını aldıktan sonra anne olmak;

Büyük bir keyif, vazgeçilmez bir tutku.. Bal kaymak... Şekerpare... Dilber dudağı... Hanım göbeği... Baklava... Çikolata J.
Anne olup bu tatları ve duyguları yaşamak ,ne kadar şanslı olduğunu düşünüp şükretmek...
Anne olmak, çocuklardan önce ne kadar boş yaşamışımın farkına varış...
Çocuğunla birlikte yeniden doğmak...
Şükür duasını dilinden düşürmemek...
Ve harika duygular içinde böyle karma karışık yazılar yazmakJ

İyi haftalar dilerim...
Banu Durgunlu

07.07.2008

Tatil Hikayeleri-2

Hikayemiz devam ediyor....

Antalya’ya indik... (Uçağı düşürmeden J) Side’ye kadar yaklaşık 1 saatlik bir yolculuk sonrasında tatil köyüne ulaştık, çok güzel bir tesis, odamıza eşyalarımızı bıraktığımız gibi havuza... Meleklerim öyle sevdiler ki havuzu ve ortamı, neşeli gülüşleri ve çığlıkları ile ortalığı inlettiler. Bütün gün çocuklar ile beraber suda olduğumuz için daha tatilimizin 3.günü bir hayli bronzlaşmıştık...J
Tatil’e çıkarken çok fazla beklentimiz yoktu, hatta biz en kötüye hazırlamıştık kendimizi...
Yemek yemeyen, uyumayan, otelin lobisinde veya yemek salonunda mızmızlanıp, kavga edip, çığlıklar eşliğinde inatla yerde oturan, yatan ve hatta sırf yapma dediğimiz için inat uğruna yeri yalayan çocuklar ? (Zamanın da bire bir yaşanmıştır...J )
Allah’a çok şükür bunların hiç birini yaşamadık. Tam tersine gün boyu yüzmekten ve oynamaktan öyle acıktılar ve yoruldular ki, ne yemek problem oldu, ne de uyku...
Ama insanın çocuğu olurda, hiç durağan ve olaysız bir hayatı olur mu? Bu güzel tatilden bize kalan yine gülümseten anılar oldu.

· Sabah kahvaltı ediyoruz... Açık büfeden seçiyorum bir şeyler, en çok ta yeşillik alıyorum tabağıma, maydanoz, tere otu, semiz otu vs. Hazır yıkanmış ayıklanmış, yiyeyim bari bol bol diye…J Oğlum da bana yardım ediyor... Bir ara aramızda şöyle bir konuşma geçiyor;
- Annecim onlar ne? ( Yeşillikleri kastediyor )
-Uzun uzun açıklama ve isimlerini söyleme gereği duymadan kısaca ot onlar diyorum...
-Ne yapacaksın otları anne ?
-Yiyeceğim oğlum...
-Neden anne sen kuzu musun ????? J

· Kaldığımız tesiste Rus ve Alman turistler vardı. Çok uzun boylu,yapılı... Bir akşamüstü yemeğe iniyoruz, kızım koşturarak önde yürümekte olan Alman turistin yanına gidip önünde duruyor ve Gluver’e bakar gibi başını aşağıdan yukarıya doğru yavaşça kaldırıp konuşmaya başlıyor;
-Sen neden bu kadar kocamansın ?
-Nasıl uzadın sen böyle çok mu yoğurt yedin?
-Senin kirpiklerin neden sarı? Vs.vs.vs. sorular...
Biz hem şaşkın turistin haline gülümsüyoruz, bir yandan da Elif’i yanından almaya çalışıyoruz... Hatta kocacım sorular karşılığında ‘kızım bizi bitirdin bari el alemi rahat bırak, adam sulak yerde yaşamış sana ne’ tarzında nasıl olsa turist anlamaz diye konuşurken adam birden ‘önemli değil’ demesin mi!!!.... Halimizi ben anlatmayayım, siz düşünün J

Nihayetinde, öyle veya böyle biz güzel bir tatil geçirdik...
Çocuklar ile birlikte çıkılacak tatillerden korkmamayı öğrendikJ
Bu yıl içerisinde bir kez daha ve kaçabildiğimiz her hafta sonu için yeni tatil planlarına giriştik.

İyi haftalar dilerim...

Tatil Hikayeleri-1

Evet başardık... Bu sefer oldu... Allah’ıma çok şükür, kazasız belasız, hatta bağırış, çağırışsız bir tatil geçirdik... Öyle kolay değil, iki çocukla tatile çıkmak bir kere... Üstelik ikiz, üstelik ikiz ve üstelik yine ikiz...
Neyse; hikayemiz güzel başladı... Sabah erken kalktık, çocuklarımızı uyandırdık. Her sabah bin bir naz ile mızıldayan çocuklar deniz ve havuz lafını duyunca gözlerini bile açmadan pijamalarını çıkarmaya başladı...
Son hazırlıklar, kontroller... Ya Allah bismillah yola çıkış...
Önce Yalova hızlı feribot, İstanbul...
Sonra Sabiha Gökçen havalimanı uçak, Antalya...
Ve en son Tur minibüsü ile Side...

Allah’ım bunlar benim çocuklarım mı?
Feribotta, uçakta, minibüste... Kendi koltuklarına oturdular, kemerler takıldı...
Kavga etmeden, hatta kardeş dayanışması içinde şarkılar söylediler, sözümüzü dinlediler...
Etrafımızda ağlayıp anne babasını türlü şekillere sokan çocukları görünce, aşkımla hafiften kabarmadık değil hani... Hem kendimiz ile hem de çocuklarımız ile gurur duyduk...

Meğer benim meleklerim artık büyümüş... Gözümüzün önünde her gün yeni yeni haller alırmış bizim çocuklarımız da, biz fark etmezmişiz meğer... Ve hak geçirmiyoruz ilgileniyoruz desek de, 7 gün 24 saat onların bize, bizim onlara ihtiyacımız varmış meğer...
Neyse, başlıkta ne dedim, tatil hikayeleri 1... Demek ki uzun sürecek bu mevzuu...
Önce havalimanı ve uçaktan birkaç komik anekdot... Ve sanmayın ki sadece çocuklara ait ?
Uçağımız 11:30 da ve biz her, her ama, öyle böyle değil her türlü? ihtimali düşünerek tedbirli babamız sayesinde 8:45 de havalimanında idik.. .Çünkü 11:30 uçağına yetişmek için sabah 5:00 te kalkmış, 6:00 da evden çıkmış, 7:00 Feribotuna binmiştik...J

Uçağın motorları çalıştı, hız almak için kalkış pistine doğru yavaşça ilerliyor...
Oğlumdan şöyle bir soru geliyor: Biz Antalya’ya kadar böyle mi gideceğiz anne?

Ve sorulara devam... Hem kızım, hem oğlum aralıklarla 55 dakikalık yolculuk boyunca yaklaşık 50 kere ‘nereye gidiyoruz?’ diye sorduğu için yakın koltuklardaki diğer yolcular da artık dayanamayıp olaya dahil oldular ve Antalya’ya gidiyorsunuz !!! diyerek (hatta bazen birkaç kişi aynı anda?) bize yardımcı oldularJ ?????

Biz kendi arabamızda seyahat ederken, yoldaki çukurlarda, yokuş aşağı veya yukarı inip çıkar iken bir oyun oynarız aramızda, ‘Ay düşüyoruz! Ay düşüyoruz’ diye...

Eee çocuk bunlar bilmezler ki uçakta böyle laflar edilmez... Nitekim oğlum, her sallanışta ve uçak inişe geçtiği anda kendince bu oyunu oynadığı için bolca kullandı ‘Ayy düşüyoruz !’ cümlesini... Biz uyarıp söylememesini istesek te, 3,5 yaşında bir çocuğun en deli konuşma çağında etkili olamadık tabi ki...J

Bir ara arkamızda oturan, hatta ne çok konuşuyor manyak çocuk! Diyecek kadar görgülü ve sevgi dolu bir bayan olan şahıs, ‘Ayy ben fena oluyorum’ diyerek kolonya istedi...

Acaba ‘Ay düşüyoruz’ etkili olmuş mudur?
Olmuşsa da buna takdiri ilahi diyebilir miyiz ? J
Devamı haftaya...

Anne ve Baba olmanın Keyfi

Hani bazı anlar vardır hiç bitmesin istersiniz...Hani ‘keşke sonsuza kadar sürse’ dersiniz...
Yüreğinizin coşkusu, o tarifsiz sevinciniz...
Hiç çekinmeden, hiç zorlanmadan bolca akıtırsınız gözyaşınızı...
Hem sevinçli, hem hüzünlü, karışık duygular içinde...
Görür ama yine de inanamazsınız gördüklerinize...
Bir oyun gibidir her şey, sanki bir masal...
Ama bu sefer ki masalın kahramanları sizin canınızdır...
Onlar zaten canınızdan birer parçadır... Çünkü onlar sizin çocuklarınızdır...
‘Adam olacak çocuk’ kıvamında alırlar sahnede yerlerini
Şarkılar söylerler, oyunlar oynarlar... Küçücük elleri ve ayakları ile tempo tutarlar...
Şu dünyadaki en tatlı tavşan ve kelebektir onlar J
İşte o zaman daha bir anlarsınız... Anne olmayı... Baba olmayı...
İşte o zaman yeniden tadarsınız anne ve baba olmanın gururunu, keyfini...

Drama: Pamuk Prenses ve 7 cücelerden bir sahne...
Ritmik Dans...

Ve şanlı Bayrağımız...
Not:
Başta; Özel Biliş Anaokulu kurucu müdürü Sn. Sevim Öztürk’ e...
Çocuklarımızın eğitiminde ve bu harika yıl sonu gösterisinin hazırlanmasında sonsuz emeği geçen sevgili öğretmenlerimiz Tuba Hastaoğlu , Aysun Taşpatlatanlar ve diğer öğretmenlerimize...
En çokta, bu özel günde bize harika duygular yaşatan sevgili çocuklarımıza çok teşekkür ediyoruz.

15.06.2008

İyi haftalar dilerim...