31 Mart 2008 Pazartesi

SAF!!

Geçtiğimiz haftalarda köşe yazılarımdan birinde ‘ Zor Olmuyor mu ? ’ başlığı altında bir yazı hazırlamıştım.Yazımda ikizlerimizi gören herkesin acıyan bakışlar ile yukarıda ki soruyu sorduğunu ve benimde ‘Hayır olmuyor,biri de aynı emek ikisi de ’ şeklinde cevap verdiğimi yazmıştım...

Şimdi bu yazıma hitaben kendimi yılın, yok yok hatta son 3,5 yılın ‘ SAF ’ ı ilan ediyorum.

Çünkü artık aydım, uyandım... Geç oldu ve hatta güç oldu ama sonunda oldu.

Ben de, kısa süreliğine de olsa tek çocuklu bir anne olmanın keyfine, farkına ve tadına vardım.

İnsan anne olunca hani başka bir canlıya dönüşüyor ya... Hani açıyor kalkanlarını yavrusunu görünen görünmeyen bütün tehlikelerden korumaya çalışıyor... Yada bazen öyle kaptırıyor ki kendini, aman çocuğumun gelişiminde bir eksiklik olmasın, sağlığı, büyümesi, beslenmesi, mutluluğu tam olsun diye uğraşırken dünya ile irtibatı kesiyor...

Ben çok kesmesem de irtibatımı, yer yer çekmediğim dönemler oldu... Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor lütfen daha sonra tekrar arayınız, dönemleri yaşadım ben deJ

İşte böyle dönemlerde, ben çocuğu olan her anneyi benim gibi -yani bir ikiz annesi gibi- zannederdim.

Sorarlardı ; Ayy nasıl başa çıkıyorsunuz ? Zordur bakmak di mi ? J vs.vs.vs.

Cevaplardım ; Zor oluyor tabii ki olmaz mı ? Yapıyoruz işte bir şeyler, öyle böyle bu günlere getirdim çok şükür... :)

Büyük bir teveccüh ! ile karşılardım iltifatları; Aman efendim ne olacak annelik görevimiz, anne olmak bunu gerektiriyor, falan filan...Bak bak bak laflara bak... Ah benim saf kalbim ah!!!!

Geçen haftaya kadar böyle cevaplar verirdim, bir de serde - genelde erkekler de bulunur derler ama -yiğitlik var ya öyle ağlanmayı, ah öldüm bittim sızlanmayı da sevmem çok şükür. E o zaman uğraş dur.

‘Ay’ ma olayımıza gelirsek;

İki hafta önce bir hafta sonu, yardımcımın da gelmemesinden istifade eşimle çocukları bölüştük...
Ben kızımı, eşim oğlumu aldı...

Ben kızımla çarşı pazar gezdim, alışveriş yaptım. Kendimize yeni kıyafetler aldık, büyük bir sükunet ve huzur içerisinde dolaştık, hatta oturup bir şeyler bile yedik.J (İlk uyanışlar)

Eşim oğlumla, sinemaya gitmiş, gezmiş ve onlarda bir yerde oturup sakin sakin yemek yemişler.
( Şimdi e bunlar normal, zaten yapılan şeyler dediğinizi duyar gibiyim, zira duymuyorum, sadece duyar gibi yapıyorum ??? Tamam bunun sonu yok. Kestim.)

Sonra yine bir gün aynı işlemi, eş (Çocukları kast ediyorum:) değiştirerek yaptık. O gün de çok güzel geçti... Yazık, benim canım yavrularım doğdukları günden beri ister istemez her türlü ilgi ve sevgiyi paylaşmak zorunda kaldıkları için onların da çok hoşuna gitti. ( Aman allah’ım acaba mı? lar )

Ve sonra yeniden, bazen evde ben biriyle kaldım ev işlerine yardım etti kalan yavrum, bazen de eşim tekrarladı aynı şeyi.

Böyle birkaç denemeden sonra birden; dank dank dank mı etti yoksa cıngıl cıngıl cıngıl ziller mi çaldı ? hatırlamıyorum...

Gözümü açtığımda UYAN’mıştımJ

Yaa meğer ne kolaymış tek çocuk sahibi olmak;

İstediğin yere tek başına al çocuğunu git.
( İki çocukla özellikle küçükler iken tek başınıza bir yere gidemiyorsunuz, çünkü en basitinden bir ağlama sırasında bile hangisine bakıp kucağınıza alacağınızı şaşırıyorsunuz. Büyüyüp ayaklanınca da durum aynı, biri bir yana diğeri başka yana gider...Peki anne nereye?)

Evdeysen eğer otur yanına beraber oyna
( Dağıtan, oyunu bozan, durup dururken gelip kardeşini ısıran yok)

Yemeği ve sofrayı hazırla bir kerede otur ye kalk.
( Önce kızım, sonra oğlum ve en sonda bizim için 3 defa, aralarda abur cubur yeniyorsa eğer sayısız kere hazırlanan masa)

Çocuğun hasta olursa eğer, bütün ilgini ona ver bak ilacını vs. içir iyileşsin... Hastalık süreci en fazla 3-4 günde geçsin.
( İki çocuk sırayla hastalanır, nazlanır, ağlar, huy değiştirir... Anne bu süreçte hangisi ile ilgileneceğini şaşırır, ateşler ve şurupların karışmaması için takip çizelgeleri hazırlanır ve bu zorlu maraton ve iyileşme süreci minimum 10 günü bulur.) Vs.Vs.Vs.

Bu yüzden artık bana bir daha ve daha çok sorun lütfen !! Nasıl bakıyor, büyütüyorsunuz? Zor olmuyor mu ? diye... Ben de size en baştan uzun uzun anlatayım J

İMZA: Bu aralar baharında etkisi ile hafiften uçmuş.... SAF ! Yüreği hiçbir yerlere sığmayan, içindekileri ve yaşadıklarını paylaşmak isteyip yazan, ama yine de derinlerde bir yerde bu yazdıkları içinde pişmanlık duyup –İçinden Allah’ım sen beni bilirsin, şikayetçi değilim çocuklarım için sana binlerce şükrederim- diye dualar eden bir ikiz annesi J

İyi haftalar diliyorum
24.03.2008

20 Mart 2008 Perşembe

KADIN HAKKI

8 Mart Dünya Kadınlar Günü,tüm dünyada kadınların kutladığı uluslar arası bir gündür.
1975 yılında dünya kadınlar gününü ilan eden BM örgütü 16 aralık 1977 tarihinde 8 mart’ın dünya kadınlar günü olarak kutlanmasını kararlaştırdı.
Bu bildik kadınlar günü tarifinin ardından yazabilirdim aslında...
Kadınlarımızın sorunları; Eğitim eksikliği, dayak+cinsel şiddet, töre ve namus cinayetleri, çalışsın veya çalışmasın emeğinin karşılığını alamadığı için çoğu yerde ve konumda hala ikinci sınıf insan muamelesi, görücü usulü evlilikler, aile ve mahalle baskısı vs.vs.vs.
Ancak, zaten herkesçe bilinen bu sorunların çözümü için ne yazık ki tek bir gün içerisinde, konuşma, seminer, yürüyüş vs. etkinlikler düzenlenir, kadın sorunları ve iyileştirilmesi için çareler aranır ve bunların genel toplamına da kutlama denir. Bu arada kutlanması gerekenin ne olduğunu hala anlamış değilim, kalan 364 gün erkeklerin iken...
Ve aslında bu günde en çok anlatılması, özellikle erkeklere duyurulması gereken bir şey var ki o da;
Kadını dışlamanın erkek tarafından ödenen bedeli...
Pervin Erbil’in ‘Kibele’den Pandora’ya-Kadının Tarihsel Yenilgisi’ kitabında belirttiği gibi;
...Kadının toplumsal üretimin ve sosyal yaşamın dışına itilerek haklarından mahrum bırakılması ve aşağılanması,yaşamını onunla paylaşmak durumunda olan erkeği de sanıldığı kadar yükseklerde tutmadı.Kadını baskı altına almıştı ama egemenliğinin ödemek zorunda kaldığı bir bedeli vardı.Sonuçta,haklarını kısıtlayarak aşağıladığı karısı, kızı, annesi, kız kardeşi yada sevgilisi olan bu insanlarla beraber yaşamak zorundaydı ve yarattığı ortamdan kendisinin de etkilenmesi kaçınılmazdı...
...Erkek egemen ideolojinin değersizleştirdiği,aşağı ve ikincil konumlarının hırçınlaştırdığı,komplekslerinin boğuntusundaki kadınların yetiştirdiği çocuklar,kendilerinden emin,güvenli,sevgi dolu, dengeli özgürlüklere ve haklara karşı saygılı, barışçı kimseler olamazlar. Onların da kadınların sağlıksız dünyalarında esen fırtınalardan paylarını almaları kaçınılmazdır.Böylece sertlik, baskıcılık, kuşkuculuk, güvensizlik, sevgi yoksunluğu ve kavgacılık kader olur ve bu kişilik yapısı da,kadının aşağı konumunun erkek tarafından ödenen bedeli olur...
Demek ki neymiş; önce kadın hakları, sonra minik ‘Hakkı’ lar ...:))
Görmüş geçirmiş,muhtemelen de ermiş bir dede ile konuşurken sormuşlar.
- Dede, ailenin başı kadın mıdır? erkek mi ?
- Erkek baştır
- Peki kadın nedir?
- Kadın boyundur, başı nereye isterse oraya çevirir...:))

İyi haftalar diliyorum.

09.03.08

10 Mart 2008 Pazartesi

ŞEHİT

ŞEHİT

Bir anne olarak, tanımadığım anneler ve evlatları için ağlıyorum şu son bir haftadır...

Hemen her gece, şehit haberlerinde, bazen ağıtlarıyla bazen üzgün ama mağrur duruşlarıyla evlatlarını toprağa veren anneler için...

İnsan ister istemez bir empati kuruyor, kendini o annelerin yerine koyuyor.

‘Ona bir şey olursa ben ne yaparım’ oluyor ilk düşünce... Ama her ölümde olduğu gibi, giden değil kalan ölüyor aslında... Canının canını kara topraklara verirken, o sonsuz acının içinde derinlerde bir yerde şimdi ben ne olacağım korkusu büyüyor. Onsuz bir hayat düşünülemiyor çünkü... Her ölüm ayrı acı veriyor belki, ama evladın olursa cansız yatan... Bunun tarifi imkansız oluyor.

Şehit olan evlat; ‘Şehitler ölmez vatan bölünmez’ nidaları ile uğurlanırken cennet mekanına, anne de kendi cehennemine doğru yola çıkıyor.

Daha önce okumuştum ama yine aldım elime; Osman Pamukoğlu’nun hem ders hem de anı kitabı niteliğindeki müthiş eseri; ‘Unutulanlar Dışında Yeni Bir Şey Yok’... Öyle güzel ve anlamlı bir kaç paragraf var ki savaş ve şehit anneleri için, yazmasam olmazdı...

‘Bugüne kadar tüm savaşlarda sadece ve sadece anneler kaybetmiştir. Başka hiç kimseye bir şey olmamıştır. Hiç bir sonuç annenin mezara kadar devam edecek olan yüreğindeki ateşe derman olamaz.’

Tabii ki sadece anneler değil; eşler, yeni doğan ve babasını kokusunu bile tanımadan kaybeden bebekler, bundan sonra koşturup kucağına atlayıp sarılacağı veya güvenli kollarına sığınacağı babacığını kaybeden çocuklar.

‘Yurt savunmasını bizim milletin yüreklerine kurulmuş kalelerle yapıyoruz. En büyük, en etkili silahımız ve gücümüz onun vatan sevgisi ve çocuklarını bu asil duygu için şehit olmaya adamaları.’

Her ne kadar ‘çekip gitmek’ isteyenler olsa da, ‘Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, vatan uğrunda ölen varsa vatandır’ düşüncesine sahip anne babalar ve evlatların yaşadığı bir vatanım olduğu için gurur duyuyorum ben... Umudum bir gün bu acıların son bulması yönünde...

Yazımı hazırlarken duydum Güneş Harekatı’ nın sona erdiğini ve birliklerimizin geri çekildiğini...

Harekata adını veren, şehit kızı çıplak ayaklı Güneş...

Ve Dağlıca da ki diğer şehitler... Kanınız yerde kalmadı işte... Huzur içinde uyuyun yerinizde...

Umarım ki; sizin içindi bu harekat... Umarım ki; ‘örtü’ arada kaynasın diye can vermedi, 24 asker 3 korucu, toplam 27 evlat...

‘Acı çekmeyen ve çekenlerden haberi olmayan acıları dindirmenin yollarını aramaz, arasa da doğru şekli bulamaz.’

Şimdi ben bu söz üzerine ; Yönetemeyen yöneticilerimize hitaben birkaç kelam daha etmek isterdim ama...

Bana ne hacet....

Zaten ne demiş Fuzuli; ‘ SÖYLESEM TESİRİ YOK; SUSSAM GÖNÜL RAZI DEĞİL ’


İyi haftalar diliyorum...

03.03.2008

UYKUDAN ÖNCE

UYKUDAN ÖNCE

Sabah kalkılır, bir telaş ve koşturmaca içinde giyinilir, anaokulunun yolu tutulur...

Gün geçer biter, akşam olur... İkizleri servisten alırken, servis öğretmenlerinin yüzündeki yorgun ifadeden bizi nasıl bir gece beklediğini az çok anlarız ancak bu ihtimali düşünmemeye çalışıp, meleklerimize toz kondurmayız...

Çocuklar eve gelir, üst baş değişir, yemek hazırlanır, baba beklenirken birlikte günün kritiği yapılır... Trencilik, kovalamaca, kule yapma, yatakta zıplama, dans ve benzeri oyunlar bolca oynanır... Burada amaç mümkün olduğunca ikizleri yormaktırJ... Ancak, 10 dakikalık uyku ile bile 6 saat yetecek enerjiyi toplayabilen çocuklar için henüz yorgunluk diye bir kavram yoktur.

Sonunda babamız evine gelir, biraz da baba ile boğuşulur. ( Boğuşulur burada oynanır anlamındaJ..)
Yemek yenir, masa toplanır ve hep birlikte lego, puzzle, resim vs tarzı oyunlar oynanır.

‘Çocukların uyku saatine yakın fazla hareket gerektirmeyen oyunlar oynamak, televizyonu kapatıp, ışıkları kısmak uykuya geçişi hızlandırır.’

Sonra anne ve baba, ikizlere yatma vaktinin geldiğini, saatin dokuz olduğunu haber verir…
Bunun üzerine çocuklar tarafından birkaç itiraz cümlesi kurulur.

Eren; Hayır!!! yatma vakti gelmediii... .Anne daha uykum gelmedi!!daha yemek yiyeceğiz???
( Sevgili oğlum uyumamak için yemek yemeğe bile razı.J)
Elif; Saat dokuz olmadı,... Oyuncak istiyorum... Çişim geldiiii, yine çişim geldiii...
Eren; Benim de geldiii...Yıldızlı kitap istiyorum...

Bir süre -ki bu yaklaşık 10 dk.- evimize çığlık ve bağrışmaların yarattığı bir uğultu hakim olur...

‘Çocukların inatçılığı çoğu kez ciddi olmayıp dikkat çekmeye ve sizi kendileriyle meşgul etmeye yöneliktir. Çocuk isteğinin yerine gelmesi için yüksek sesle ağlayabilir, kendisini yere atıp tepinebilir. Biz buna “tiyatro yapma” diyoruz. Hiçbir oyuncu seyircisiz oyuna devam etmez. Oynaması için seyirci gerekir. Ağlamaların, kendisini yere atmaların ciddi olup olmadığını anlamak için etkilenmemiş gibi davranın, onu kendi haline bırakıp o mekânı terk edin. Tiyatro yapan çocuk boş odaya oynamayacağı için ağlamayı ve tepinmeyi kesecektir.’

Meleklerim mutlaka bir kitap karıştırarak uzun uzunJ tuvaletlerini yaparlar, tuvalet faslından sonra pijamalar giyilir... Oğlumun kırmızı yastığı ve mavi battaniyesi, kızımın ördekli yastığı ve renkli battaniyesi, uykuya dalmadan önce hala biberon ile içtikleri su ve sütleri hazırlanır... Ve kaçınılmaz son’a yani anne ve babanın yatağı olan ‘büyük yatağa’ doğru yola çıkılır. Yatak odasında yıldız şeklindeki tepe lambamız gece lambası konumuna getirilir, yatağa yatılır ve şarkı başlar...

Parlak parlak minik yıldıııız, sen nesin merak ettik...
Dünyanın çok üstündeee, elmas gibi gökyüzündeee,
Parlak parlak minik yıldıızz, sen nesin merak ettiiiik...

Şarkı biter, bütün hayvanlara, oyuncaklara, arkadaşlara, öğretmenlere, tüm aile bireylerine ve büyüklerine iyi geceler ve iyi uykular dilenir.

‘Uykuya gidiş bir seremoni şeklinde gerçekleştirilirse bu bebek veya çocuk için çok iyi olur. Belli bir saat saptanabilir, banyo yaptırılabilir, pijamaları giydirilebilir ve daha sonra yatağa götürülebilir. Bunların hepsi birer basamaktır. Dolayısıyla bebek veya çocuk bu adımları öğrenecek ve bunlara uymaya başlayacaktır. Bu da uykunun belli bir rutine girmesine yardımcı olacaktır.’

Anne veya baba, o gece ikizleri uyutma sırası hangisinde ise, kısa bir hikaye okur sonra gözümüzü kapatıyoruz iyi uykular meleklerim der ve çocuklar uyuyana kadar yaklaşık yarım saat onların yanında yatar. Daha sonra da uyuyan çocuklar kendi yataklarına taşınır.

‘Çocukların kendilerine ait bir yatakta ve ebeveynlerinin olmadığı bir odada uyumaları özellikle anne-babadan bağımsızlaşabilme, cinsel gelişim ve genel kişilik gelişimi açısından zannedildiğinden çok daha önemlidir ve ruh sağlıklarının korunmasını sağlar.’


Şaka gibi değil mi? Şaka değil ama, olayımız bu bizim... Maşallah uzunca bir süredir böyleyiz... Şimdi içinizde bu duruma özenen, bizde bu günleri görür müyüz acaba? diyen bir çok anne baba var eminim... Ne demişler ‘nazar etme ne olur çalış seninde olur’...J

Çünkü biz bu aşamaya gelinceye kadar çok çalıştık... İki çocuk, iki farklı huy ve karakter, inanın hiç kolay olmadı... Bir dönem, salon da uyuduk, bir dönem oyun odası ve oturma odasında sonrasında antrede?? Ve o zamanları öyle şimdiki gibi yat uyu olarak geçirmedik haliyle... Genelde oğlum baba ile, kızımda benim ile uykuya daldı.

Aslında ikiz sahibi ebeveynlere çocukları paylaşmamaları öğütlenir, ancak gelin görün ki o dönemlerde bir çığlık, ağlama krizi ve iki kardeşin birbirini ısırmasına kadar varan kavgalar sonucu ne yazık ki uyku konusunda buna pek riayet edemedik.

Ama düşünüyorum da, bir yerlerde bir şeyleri doğru yapmışız yine de... Çoğu aile bir çocuk ile uğraşırken, biz bir hayli başarılı sayılırız aslında... Belki de bu tarz konularda ikiz sahibi olmak da bir avantaj, birbirlerini taklit ediyorlar, bu yüzden de kolay uyum saplayıp kolay öğreniyorlar çoğu şeyi... Sanırım Rabbim dağına göre karını da veriyor...J

Doğumdan önce ve sonra bebek ve çocuk bakımı, ikizler ve üçüzler psikolojisi vs. ile ilgili kitapları hatim etmemim ve çocuk yetiştirmekte aslında en önemli konulardan biri olan eşler arasındaki fikir birliğinin de çok faydası oldu tabii ki... Eşimle birlikte katıldığımız bir toplantıda konuşmacı olan bir dr. bu konu için aynen şu yorumu yapmıştı.

‘ Çocuklar siz farkına bile varmadan aranıza girer sizi fikir ayrılığına düşürür ve sonunda istediğini alır.’... O zaman karar vermiştik, biz bu tuzağa düşmeyeceğiz diye...J Ve sanırım iyi de gidiyoruz.

Artık sırada, ikizleri gecenin bir yarısı anne ve babanın yanına yani ‘büyük yatak’a gelmekten vazgeçirme çalışmalarımız var... Gece korkuları bir yandan, rüyalar bir yandan....

Daha çok çalışmamız lazım çok...


İyi haftalar diliyorum.

24.02.2008

ÇOCUK VE AŞK

ÇOCUK ve AŞK

Geçti... Kaç gün oldu, farkındayım… Yazıldı, çizildi, hediyeler alındı verildi...
Ama, günün anlam ve önemine hitaben !!!
‘Sevgililer günü’ için sen de yazı yazmalısın diyor içimdeki ses...Yazman lazım,lazım da nasıl ve kime yazmam lazım?

Genelde bu tarz ‘sevgi dolu’ yazılar -doğal olarak- sevgilinize veya eşinize hitaben yazılır.
Bir dakika aman, eşimi sevmiyor veya sevilmiyor değilim yanlış anlaşılmasın J.

Ancak bendeniz gibi 8 yıllık evlilikten sonra bile, eşine olan sevgisini, mutluluğunu ve bağlılığını ifade etmek için AŞKIM dan başka bir hitap şekli bulamayan...???

Veeeee......

‘ Sevgilim, canım, bir tanem, hayatım, tatlım ya da ismin sonuna getirilen cım, cum vs eklerinin yanında mavişim, bal gözlüm, selvi boylum’ diyerek methiyeler düzemeyenlerden ama bunun yerine, aşkını sade ama gerçek yaşayanlardan iseniz... Kulubümüze hoş geldiniz J

Eşler veya sevgililer birbirlerine, allayıp pullayıp süslü laflar ettikleri zaman, bana elindeki malın kusurunu örtmeye çalışan pazarlamacıları hatırlatırlar nedense, hiç samimi gelmez bu tavırları... İşte bu zihniyettekiler için ‘’Sevgililer Günü’’ bulunmaz nimettir...

Bakınız örneğe; ne demiş Ebru Şallı kocasına sevgililer günü mektubunda ‘ Aşk, seninle birlikte Pilates yapmaktır’???.... Yazık bana yazık ki, ben daha pilates nasıl yazılır diye Google’da gezeyim... El alem yapsınJ.

Bir kere, zaten işin mantığına karşıyım sevgili okurlar... Sevmenin ve sevginin günü mü olur? Tek bir güne bağlanır mı her şey ? Bir gün önce, sevmiyor veya sevilmiyor muydunuz eşiniz veya sevgiliniz tarafından ? Bu ispat etme çabası niye? En aşık benim, en büyük aşkı ben yaşıyorum diye... Zaten öyle olmasa ne işiniz var ki hayat arkadaşınızın yanında...?

Herkes hediye derdinde...
Romantizme bakmıyor artık kimse...!
Nerede o ölümsüz aşklar? İki gönül bir olunca seyran olan samanlıklar?
Tam bir pazarlama mantığı ile bütün dükkanlarda sevgiler günü indirimleri....!!! Aslında indirivereceksin o vitrinleri...!!! Sonra mı....??? Sonra sevgilinle ve elinde bir demet çiçekle karakolda geçireceksin o malum günü ve geceyi... İşte size unutulmaz bir sevgililer günü hediyesi J...
Aslında fena fikir değil, denesem mi acaba? Evliliğinizdeki heyecanı kaybetmeyin demiyorlar mı bu işlerin uzmanları... Hem eşim avukat, belki eş durumundan....?????????

Tamam, konuyu dağıtmayalımJ

Sevgilim bir değil ki benim, hangi birini yazayım?...

Sevgilim eşim, sevgilim çocuklarım, sevgilim ailem, sevgilim dostlarım, sevgilim Atam, sevgilim vatanım, sevgilim toprağım..
Örnekler çok... Sevmek... Sevilmek ve Aşk için...
Ama benim en beğendiğim ve değer verdiğim yaşamımızın anlamı çocuklardan gelen aşk tarifleri...
Büyükler girince işin içine...Ne bileyim, tadı kaçıyor sanki aşkın... Neyse,okuyun ve kararı siz verin...
Aşağıdaki tarifler, ilk okul 3.sınıf öğrencilerinin, Aşk nedir? sorusuna verdikleri cevaplar.....

Sedat: Aşk bir kızı sevmektir. Kızın huyları ve hareketleri güzelse bu bir aşktır. Kızın gözleri maviyse adam o kıza aşık olurJ
Yağmur: Önce tanışırlar... Kız düzenli besleniyorsa erkek ona aşık olurJ
Şirin: Birine yardım edersen o sana aşık olur. Çok sever ve yemeğe davet eder J
Ümit: Aşık olup evlenirler. Sonra adam eve gidip kadını dövüp yemek yaptırır. Ben aşık olursam kızı lokantaya götürürüm...L....J
Gizem: Aşık olunca erkek, kızı okuldan sonra takip edebilirJ
Batuhan: Önce tanışıp aşık olurlar. Sonra el ele yürürler, kafeye giderler. Sonra nikah kıyılır, kına gecesi yapılır. Sonra da hemen çocukları olurJ
Hamit: İnsan sevdiklerine aşık olur. Ben Allah’a, Atatürk’e ve öğretmenime aşığım. Birine daha aşığım ama onu yazamam. Ama o Japonlara benziyor:J
Elif: Aşık olunca insanlar hep sevdiği kişiyi düşünür. Hep onu hayal eder ve hep onu görmek ister. Ona sevgisini belli etmek ister. Aşk bir kişilik değildir; iki kişiliktir.

Hepinize çocuklar kadar saf, temiz ve katıksız bir aşk....
Ve iyi haftalar diliyorum.

17. 02. 2008

EMANET

EMANET

Sanki, Reşat Nuri Güntekin’in eseri Çalıkuşu’ndan bir sahne.

Cübbe’li uzun sakallı bir hoca bütün bir sınıfa tekrar ettiriyor... ‘Ca ceyli cumbur leyli caba cula da cab cub’...????

En ön sırada oğlum var, oğlanlar önde oturuyor,arkalarda bir yerde kızımı görüyorum, başında minik bir örtü yarım yarım kelimelerle tekrar etmeye çalışıyor söylenenleri.....?????

Birden uyandım,nasıl da huzursuz etmişti beni rüyası bile... Son günlerin malum tartışması türban’ın beni bu kadar etkilediğini ve bilinç altıma işlediğini fark etmemiştim.

Kalkıp ikizlerimin yanına gittim, uykudaki meleklerimi seyrettim bir süre... Düşündüm acaba yersiz mi bu endişelerim diye?

Bir yanım; olur mu canım hiç öyle şey? 83 yıllık Cumhuriyetimiz var bizim, Cumhuriyetimize sahip çıkan aydınlarımız ?? var... Atatürkçü gençlik var diyor.

Diğer yanım; bu zihniyete sahip yönetenlerle, bu uygulamalar böyle giderse bir 20 yıl sonra rüyamdaki sahnenin gerçek olmayacağını kim garanti eder diyor.

Saate bakıyorum sabahın altısı, garip bir şekilde dinç hissediyorum kendimi,yatmam artık ,bu güne kadar kimler kurtarmadı şu vatanı birde ben kurtarayım diyerek düşünmeye başlıyorum.

Üniversiteler için yapılan türban düzenlemelerinde; ‘ Kişi, başını örtme şekli yüzünden eğitim hakkından alıkonulamaz’ ibaresi var, dikkatimi çekti cinsiyet belirtilmemiş, yani yarın öbür gün sadece türbanlı değil,kafasına sarığı bağlayan erkekte girebilir bu kurumlara... Fazla mı abarttım? Umarım siz haklısınızdır.

Daha anayasa değişikliği onaylanmadı ama Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, olayı bitirmiş?
-Tesettürlü hanımlar doktorluk,avukatlık yapacaklarsa şu şekilde giyinmelidir- diye tesettür tarifleri yapıyor? Tamam, eğitim herkesin hakkı, ancak bu ve benzeri söylemler bu işin sadece üniversitelerde kalmayacağının açık bir göstergesi... Fazla mı abarttım? Umarım siz haklısınızdır.

Yanlış anlaşılmasın ben türban’a değil, türban adı altında yürütülen ideolojiye ve din istismarına kızıyorum... Kadının kendi tercihidir ve kendi yorumudur. Başını örter veya örtmez... Türbanı bir namus meselesi haline getirip, kadın ancak başı kapalı olduğu zaman toplumda erkeklerle bir arada rahat olabilir mantığı, aslında tamamı ile kadını ikinci sınıf insan konumuna sokmak ve sindirmek isteyen erkeklerin dayatmasıdır.Türban kadınların baş örtüsü ve tercihi? dolayısı ile onların sorunu olduğu halde, üniversitelerde türbanı serbest bırakmaya ilişkin yasa teklifini hazırlayan komisyonda bir tane bile kadın yok! kararı yine erkekler veriyor!... Fazla mı abarttım? Umarım siz haklısınızdır.

Çoğu Türk ve Müslüman ailede olduğu gibi bizim ailemizde de örtülü bayanlar vardı... Anneannem ve babaannem de başını örterdi... Güzel bir manto veya döpiyes takımın üstüne çene altından bağlarlardı baş örtülerini (türban değil), ikisi de namazını kılar, dini ibadetlerini yapardı.

Ne başı açık olan, başı kapalı olan tarafından hor görülürdü, ne de kapalı olan, açık tarafından... İnsanlarda hoşgörü vardı, saygı vardı... Şekilci değildi kimse, bir amaç ve taraf için kapanmazdı başlar, yapılmazdı ibadetler.

Rahmetli annem, ilk Ayet-el Kürsi’yi öğretmişti bana... Ramazanlarda orucumuzu tutardık ailece. Daha 7-8 yaşlarında iken yaz tatillerinde Kuran kursuna giderdim, mahallemizdeki bir çok ailede aynısını yapardı, gayet doğal karşılanırdı bu durum çünkü o zamanlar dinci-dinsiz diye bir ayrım kimsenin aklına gelmezdi... Bizde her Türk ailesi gibi dinimizi yaşardık... Atatürkçü,Laik,modern bir aileydik ve buna rağmen biz yine de Müslüman’dık!!!

Şimdi ise öyle bir ruh hali var ki ; Laiklik= Dinsizlik şeklinde... İşte ben en çok bunun için üzülüyorum, işte bu yüzden bir yandan çocuklarıma hem Allah sevgisi, hem de Atatürk, Cumhuriyet ve vatan sevgisi vermeye çalışıyorum..

Onlara;
Allah’a ibadet ve dua etmeyi öğretiyoruz ama anne babaya veya bir muhtaç kişiye yapılan yardım da bir ibadettir, hayır işi ve ibadet gizli yapılır, o Allah ile kul arasındadır da diyoruz...

Onlara sevmeyi öğretiyoruz, anne-baba-çocuk-hayvan-bitki-insan vs eğer içlerinde bu sevgiyi büyütebilirsek, Allah sevgisi de oluşur diye düşünüyoruz...‘Yaratılanı sev yaradan dan ötürü’.

Onlar;
Her ezan sesi duyduklarında ellerini açıp Amin Allah’ım diyorlar.
Paraların üzerinde, takvimlerde, kitaplarda nerede görürlerse görsünler Atatürk’ü tanıyorlar.
Ay-Yıldız gördükleri her resim veya gökyüzü bile olsa onlara Türk bayrağını hatırlatıyor.
Türk’üz Cumhuriyetin, göğsümüz tunç siperi, diye marşlar söylüyorlar.

Henüz çok anlamasalar da, şaşkın şaşkın bakıp beni dinleseler de devam edeceğim. Edeceğiz.

Bir savaş değil bu, sadece emanet...
Ulu önder Atatürk’ün bize emanet ettiği Cumhuriyet için bu çabalar...
Ve sevgili Peygamber( s.a.v.) efendimizin mübarek İslam dini için...
Nüfus cüzdanında; TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI, DİNİ:İSLAM yazan her kişi gibi, bu iki değerden de vazgeçmeyi istemiyorum.

Bu güne kadar ikisi de bizimdi, dileğim bundan sonra da böyle olur...

Ben sadece çocuklarımız için huzurlu, demokratik, modern ,kadın-erkek eşitliği sağlanmış, herkesin dinini kendine göre yaşadığı ama farklı görüşlere de saygı gösterdiği bir Türkiye istiyorum.

Fazla mı uzattım? Umarım değmiştir, anlamışsınızdır.

İyi haftalar diliyorum.

11.02.2008

ZOR OLMUYOR MU ?

ZOR OLMUYOR MU ?

Evet, tabii ki oluyor... Ama bu işler böyle, biri de aynı emek, ikisi de!...
Bu cümleden konuyu tahmin edebildiniz mi?

Evet ben bir ikiz annesiyim ve evet ikizlerimden bahsediyorum.

Kime mi? Tanıdığım tanımadığım herkese...Çünkü ikizlerimiz olduğunu öğrenip, bizi ailece birlikte gören ve - ah canım çok şekerler- faslından sonra bu soruyu sormayan yok!

Her şey zor değil mi bu hayatta ; doğmak, büyümek, adam olmak, kadın olmak, insan olmak...Emek vermeden uğraşmadan kim neye sahip oluyor ? Zor tabii ki zor, ama belki de kolay olsaydı bu kadar da keyif vermezdi yaşananlar ve belki de bizi böyle birbirimize bağlayan da bu zorluklar.

Siz bilir misiniz ki; biz meleklerimizi ne umutlarla istedik,bekledik...Nice uğraş, çaba ve gözyaşından sonra kavuştuk onlara...Ve bilir misiniz ki; insanın yalnızca anne ve baba olduktan sonra, hayat felsefesi değişiyor, ruhu değişiyor ve o anne baba ,tüm zorlukların üstesinden gelebilecek yürekte başka bir kişi haline geliyor.
(Şimdi bu satıra kadar yazdıklarımı okudum da, biraz fazla mı sert çıkmışım acaba ? Belki soranlarda nezaket icabı soruyorlardır?... Ama madem başladık devam edelim.)

İnsanların yaşama bakış açılarına göre değişir hayatları...Kimisi kırılgandır en ufak bir rüzgar dağıtır onları, kimisi ise fırtınayı sever ve ona göre koyar kurallarını. Zorluklar kişinin olayları karşılama biçimine göre alır şeklini. İşte bu yüzden sizin hayata karşı tavrınız çok önemlidir.

Meleklerim daha çok küçükken çoğu gece, birisini kollarımda, birisini ayağımda sallayıp uyuturdum, hafta sonları eşimle beraber kucağımızda bebeklerle sabahtan akşama evin içinde turlardık, çünkü durursak hemen kopartırlardı yaygarayı. İki bebek olunca haliyle iki kişide devamlı ayakta, ben ona üzülürdüm o bana...

Gecenin 3’ünde, ağlayıp uyanan oğlumun sesiyle kızım da uyanır, daha sonra birisi uyusa bile mutlaka öteki kardeşini anne ile nöbetçi bırakırdıJ uykusuz her geceeeee.

Anne, baba olanlar az çok bilirler, bir çocuğun istediğinde ne kadar inatçı ve huysuz olabileceğini... Ve canı istediğinde de nasıl melek kıvamına dönebileceğini… Genelde anne ve babalar çocuklarını uyurken daha çok sevmezler miJ ?

Benim hassas mideli kızım,kardeşinin altı açılırken büyük bir merakla gelip seyreder, sonrada malum kokudan içi kalkar kusardı... Önce kaka temizlenirdi, sonra kusmukJ

Bu arada işin birde yorgunluk boyutu var ki, bence o konulara hiç girmeyelim... Sadece aklıma blog sayfamda daha önce yazdığım bir cümle geldi... ‘23 eylül 2004 doğdunuz... Biz de yeniden doğduk... Siz doğarken, açken ve büyürken ağladınız... Biz sizinle beraber yorgunluktan ayakta uyurken.?’J

Şimdi buraya kadar yeterince zor muydu anlattıklarım? Bence hiç değil çünkü bunlar bizim için zorluk değil, olması gereken olağan bir süreçti. Madalyonun bir de öteki yüzü var ve bu yüzde yaşadıklarımız her türlü zorluğa değerdi;

Bir kerede 2 evlat sahibi oldukJ (cennet kokan iki melek)
Ve bir anda 4 kişilik mutlu bir aile olduk...
Hayatta iken anneme ve tüm aile büyüklerine, hem kız hem erkek torun keyfi yaşattık.
Sevinçlerimiz hep ikiye katlandı (ilk diş, ilk adım, ilk sözcük...)
Gülüşleri ve sevinç çığlıklarından birbirimizi duyamadık..
Elimizin altında sevip, gıdıklayıp, öpecek hazırda bir çocuk her zaman oldu J
İkizlerimin başarıları ile çifte gurur ve mutluluk yaşadık, yaşayacağız inşallah.
Her ne kadar bazen sıkılsak ta, ‘ikiz annesi’ ve ikiz babası’ olarak bir unvan kazandık.

Yani demem o ki; sonuçta bizler anne ve babalar ve bizlerin çocukları, geleceğin küçük adam ve kadınları, yaşamımızın ve yarınımızın umutları, kolay yetişmiyor... Hiç kimsenin evladı kolay yetişmiyor... Yalnızca bu durum bizim için ikiye katlanmış bir şekilde emek ve çaba gerektiriyor…
İkiz anne ve babalarının diğerlerinden farkı da sadece bu oluyor.

Aslında şükretmemiz lazım, evladı sağlıklı kollarında olan her anne baba gibi... Neler var, ne dertler, ne acılar,bildiğimiz bilmediğimiz....

Ve daha çok şükretmemiz lazım... Ya üçüzlerimiz olsaydı?J J J

İyi haftalar diliyorum,

03.02.2008

HAYBEDEN GERÇEK ÜSTÜ AŞK

Haybeden Gerçeküstü AŞK

Bazı insanlar vardır, seversiniz veya sevmezsiniz ve bazı insanlar da vardır ki hangi kategoriye koyacağınızı bilemezsiniz... İşte benim için, Yılmaz Erdoğan’da öyle...

Bir dönem internet ortamında hakkında çıkan Kürt-ili hicazkar!!! sempatizanlığı haberleri (yoksa karalama kampanyası mı demeliyim? Malum, güzel ülkemde yapılan her iyi işe mutlaka bir çamur atma kampanyası başlatılır) neticesinde bende vatansever her Türk evladı gibi biraz soğumuştum kendisinden.

Ama gelin görün ki iş; sanata ve insanların ortak beğenilerine yada; bunu ben de yaşıyorum, düşünüyorum ama ifade edemiyorum kısmına gelince, orada durmak ve Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerekiyor…

Şimdi; bu sinema ve tiyatro eleştirmeni hali nereden çıktı derseniz de olay şöyle gelişiyor...

Geçen haftalardan birinde, köşe komşum Özgür İde’nin yazısında konu edilen Bursa-İstanbul kıyaslamalarına, sadece tiyatro ve kültürel etkinlikler konusunda katılmıştım, çünkü yaşamaktan çok keyif aldığım bu şehirde, ne yazık ki bunun eksikliğini ben de çok hissediyordum.

Sonra bir gün, ikinci evim sayabileceğim yegane mekanlardan biri olan D&R’ da rastladım ‘Haybeden Gerçeküstü Aşk’a...

Yıllar önce İstanbul’da BKM oyuncularının-Bana bir şeyhler oluyor-adlı oyununu seyretmiş ve canlı performanslarına hayran kalmıştım. Dün akşam da ‘Haybeden Gerçeküstü Aşk’ı seyrettim, bu sefer ne yazık ki DVD den!... Canlı gibi olmuyor ama oyunun metnine, kadın erkek ilişkisinin bu şairane ve komik anlatımına, Yılmaz Erdoğan ve Demet Akbağ’ın müthiş oyunculuklarına yine bayıldım.

Çok güldüm, çok güldük... Çoğu sahnede benzer şeylerin bizim de başımıza geldiğini ve halen gelmekte olduğunu fark ettim, ettik...İşte size oyundan birkaç diyalog ve ‘bence’ yorumlar;

Romantizm ;
Kadın: Ben salondaki mumları yakıyorum...
Erkek: Ne o tatlım, ayin mi var?
( Kabul edin bayanlar, bu mum işini sadece biz seviyoruz, erkekler için evde yakılan her mum potansiyel yangın çıkarıcı.J )

Seven fark eder ;
Erkek: Sen saçına bir şey mi yaptın ?
Kadın : Bir şey mi yapmam gerek? güzel değil mi ?
Erkek : Anlamadım ki ne yapacağımı? fark etsem kabahat, etmesem kabahat...geçen gün koyu kestaneden bir ton daha açık yaptırmıştın da ben anlamamıştım, kavga çıkmıştı, kestane uzmanıyım ya ben!
( Şimdi; röfle, balyaj, dip boya, bunlar bir erkek için anlaşılması zor şeyler olabilir...ama bir kadın, sarıdan siyaha boyarsa saçlarını veya en son düğünümde böyle makyaj yapmıştım kesin fark eder eşim diye düşünürken, bu değişiklikler yine de fark edilmez ise ???)

Eski sevgili kıskançlığı ;
Erkek: Ayrılan insanların zırt pırt buluşmasını anlayamıyorum...
Tanıştırayım bu eski sevgilim, bu da benim eski sevgilimin yeni sevgilisi, ne güzel değil mi? hepimiz hepimizin her yerini ezbere biliyoruz, bence her Pazar buluşalım, el ele çıplak halay çekelim J
( Yorum yok )

En sevdiğimiz artistler ;
Erkek: Nicole Kidman
Kadın: George Clooney çok sevdim, o beni hiç sevmiiyoor..
( Kaç gündür dilimde bu cümle, hala gülüyorum J )

Ne denir ki ? mükemmel bir oyun; belki çoğunuz daha önce izledi bile, ama yine de eğer izlemeyeniniz var ise ve evli iseniz ,mutlaka eşinizle beraber seyredin... Gerçek yüzünüzü görün...J
Tanışma, telefon sohbetleri, sinema, birlikte gidilen partiler, evlenme faslı, kıskançlıklar,kavgalar... Ben aklımda kalan bir kaçını yazdım sadece... Ama asıl akılda kalması gereken de, bence şu cümleydi....

‘ AŞK BİR ELMA ŞEKERİDİR ASLINDA... ELİNDE SOPAYLA KALANA KADAR YER DURURSUN ’

İyi haftalar diliyorum.

28.01.2008

YAPTIM, YİNE YAPACAĞIM

YAPTIM , YİNE YAPACAĞIM

İşte yine yaptım... Bu sefer tek başıma, genelde aşkım ile beraber yapardık... Kaptırırdık kendimizi, bir o alırdı bir ben.

Ama bu sefer yalnızdım... Emin adımlarla içeriye girdim, raflara uzandım ve yine kendimi kaybettim.

Sonuç ; 2 roman, 1 anı, 3 gezi ve 1 mizah kitabı, ayrıca 2 çocuk kitabı, 2 yemek dergisi, 3 CD+1 DVD aldım ve hiç pişman değilim.

Zamanında; yine böyle bir haleti ruhiye içinde iken aldığım bir dünya kitap var, elbet bir gün okuyacağım... Aslında kendime haksızlık etmemeliyim, aldıklarımın çoğunu, özellikle sevdiğim yazarları ne yapıp edip okuyorum; su gibi... Sanki bende o hayatı yaşıyormuşum gibi...

Bu aralar en çok gezi ve anı kitaplarını seviyorum. İkizlerim dünyaya geldiğinden beri doğru düzgün bir tatil yapmamış olmam buna en büyük etken elbette, bu nedenle bana şu an için gidemediğim yerler, öğrenemediğim kültürler hakkında bilgi veren her kitap çok cazip geliyor.
Aydın Boysan (Uzaklardan), Mina Urgan (Bir Dinazorun Gezileri), Meltem İnan (Anı Koleksiyoncusu), Murat Belge (Başka Kentler Başka Denizler) ve daha bir çok yazar...

Bu hafta, Can Dündar’ın yeni kitabı ‘yakamdaki yüzler’ i okudum. Artık aramızda olmayan bir çok sanatçı, şair, yazar, politikacı... Daha doğrusu Can Dündar’ın deyişiyle; her birinin öyküsünde ayrı bir yaşam dersi bulduğumuz kahramanlar... Çok güzeldi, anlamasını bilene.
Elimde kitaplar başkalarının hayatlarını okuyorum, düşlüyorum...
Belki bir gün biz de o uzak diyarlara gidebiliriz ve belki bizim de kendimize ait bir anı koleksiyonumuz olur... Kim bilir?

Hayallerimizin gerçekleşmesi için sadece biraz daha zaman gerekiyor o kadar... Rabbim sağlık versin, çocuklar biraz daha büyüsün, siz o zaman görün bizi, seferiyiz inşallah.

Önce Ata’mıza götürmek istiyoruz çocuklarımızı Ankara’ya... Sonra canım Türkiye’mizi köşe bucak gezmek... Sonra sonra yurt dışı ve ilk hedef, umarım İtalya... Hani bir söz vardır; “ umut garibin ekmeği” diye bizimkisi o hesap J

O günler geldiğinde kitaplardan değil, bire bir gezi anılarımızdan yazmak üzere.....

Şimdilik?.. Kitaplara devam; çok gezen mi? çok okuyan mı? tartışmasında biz şu an için okuyan taraftayız...

Ne demiş yazar; İnsan birazda okuduğu kitaplardır artık.

Sevgilerimle,

18.01.08


Yazarımızın diğer yazıları

banu@bursalianneler.com

KOKU SANDIĞI

KOKU SANDIĞI

Evde yalnızım, kırıklığım da var hastayım. Biraz hastalıktan, biraz yalnızlıktan keyfim yok yine... bilirim ben bu halleri... Uzun bir gün olacağı şimdiden belli.
Şimdi salon camındayım... Yıllardır hasret kaldığım bir görüntüyü izliyorum, kar yağıyor, lapa lapa, döne döne gökten süzülüyor. Henüz düştüğü yerde tutmuyor kar taneleri, eriyip gidiyor... Ben de yere düşen kar tanelerini takip ediyorum... Gözüm dalıyor, bir an için çocukluğumun kışlarına gidiyorum.

Soğuk bir kış gecesine sıcak evimizde, annemin benim için hazırladığı ballı sütü içişim geliyor aklıma... Hiç sevmez, nasıl da direnirdim, öne sürdüğüm bin bir bahaneye karşı annemin zaferi ile son bulurdu her direnmem...
Yıllar sonra, artık kendim yapıyorum ballı sütümü... Ve ne gariptir seviyorum da, süt ve bal karışımının o kendine has kokusunda çocukluğumu ve annemi duyumsuyorum...

Böyle belli kokular var beni alıp götüren, kimi zaman çocukluğuma, kimi zaman ilk genç kızlık yıllarıma, kimi zamanda yeni evli ve çocuksuz zamanlarıma...

Ballı süt kokusu: Çocukluğum,annem

Temiz sabun ve deterjan kokusu: Anneannem ve annem; eskiden ailecek yaptığımız bayram temizlikleri (şimdi yardımcı kadınımız var çoğumuzun, ama insanın kendi yaptığı gibi oluyor hiç birisi.)

Yağda kızarmış köfte+patates kokusu: Çocukluğumda akşamüstleri mahallemiz böyle kokardı ve sanırım o zamanlar çoğu ailenin kıyma alabilecek parası vardıL

Kebap ve ızgara tavuk kokusu: Tabii ki Adana!( ben başka bir şehirde, simit satar gibi el arabalarında kebap satıldığını görmedim ?)

İspirto: Eskiden sınav kağıtlarımız ispirto kokardı,sınavın heyecanı bir yandan o koku bir yandan,oofL

Yeni mobilya kokusu: Yeni evliyiiiiiiiiimJ

Aşkımın parfümü: Yine yeni evli zamanlarımız... O zamanlar daha çok kullanıyordu uyanık kocamJ... Artık eskidik tabiiJ

Sabah,öğle,akşam çay kokusu: Sigaramız yok, içkimiz yok, aşkımla tek tiryakiliğimiz çay keyfimiz.

Yeni doğmuş bebek kokusu: Elif’im ve Eren’im... Sizi öpmeye koklamaya doyamadıııım.

Sebze çorbası kokusu: Uzunca bir süre evden kokusunun çıkmayacağını düşündüğüm, zuzularımın bir dönem bayılarak yedikleri - allahtan çok besleyici – yegane yemek...
( Kıyma,karnabahar,pırasa,brokoli,Brüksel lahanası,havuç,patates ve mevsimine göre ilave sebzeler)... Varın o kokuyu siz düşününL

Deniz ve yosun kokusu: Tatil, tatil, tatil, tatil, tatil, tatil, tatil, tatil...

Yağmur kokusu, çimen kokusu, boya kokusu vs.vs.vs.

Ve daha bir sürü ,bir çoğumuzun hafızasında yer etmiş anıları ortaya çıkaran kokular....

Sizi bilmem ama ben bu durumu çok seviyorum, zaman zaman koku sandığımın kapağını açıp, içinden anılarımı çıkarıyor, özlediklerimi ve sevdiklerimi tekrar tekrar yâd ediyorum.

Sevgilerimle,

08.01.2008



Yazarımızın diğer yazıları

banu@bursalianneler.com

YENİYİM

YENİYİM

Yeniyim ben yeni...
Yeni hayatlar, yeni yürekler tanıma peşindeyim...
Belki; yeni bir şarkıyım, dillere dolanan... Yeni bir filmim bazen, veya yeni bir roman...
Kadın kadına muhabbetim, hafiften dedikodu kokan...
Yeni bir çift ayakkabıyım; şöyle siyah rugan parlak...
Belki yeni bir saç modeliyim şimdi, hafif açtırsam mı rengini ?
Hem sarışınları daha çok sever, benim sevgili kocam...
Belki, yeni doğmuş bebeğinin kokusunu içine çeken, yeni annenin ‘iyi bir anne’ olamama korkusuyum...
Veya yeni babanın ‘ eee yaparken iyiydi’ de, şimdi ne olacak ? sorusu ...
Fırından yeni çıkmış sıcacık bir simit ve yanında yeni dem mis gibi bir çayım belki...
Yeni tarifler öğrenme peşindeyim, yeni yemekler yeni tatlar için...
Çünkü anayım ben, yeni bir sunumla belki bu sefer yer diye, oğlunun veya kızının midesine gidecek üç beş lokmayı sayan...
Bu yılda, -her yıl gibi- yeni kararlar alma düşüncesindeyim,
Kendim için, ailem, akrabalarım ve dostlarım için...
Çoğunu tutamasam da, içim rahatlıyor en azından...
Var mı aranızda verdiği sözlerin hepsini tutan?
Kahve bahane, sohbet şahane derdindeyim ben...
Beni ben olduğum için sevenlerin peşindeyim...
Yeni yazıyım, yeni bir bakış açısı, yeni bir tarzı olan...
Yeni bir yazarım şimdi ben.. BURSALI ANNELER arasında yerini alan...
Ve sanırım bu kez gerçekten, doğru yerde olan...


26.12.07

Sevgilerimle,



Yazarımızın diğer yazıları

banu@bursalianneler.com